Mühendisliğimiz nasıl resmi nitelik kazandı ?
- KIVANÇ ERGÖNÜL
- 8 Mar
- 5 dakikada okunur
1 Temmuz 1953, YDO’da 4 yıllık eğitimi tamamlayan bizler diplomalarımızı almanın heyecanını yaşıyoruz. Bir bayram havası içindeyiz; zaten o gün Kabotaj Bayramı’mız. Bu mutlu günü kutlamak için Ergun Akyazı (Gv.53) beyaz üniformasıyla tramplenin 10. metresinden bir beyaz bayrak gibi süzülerek büyük alkışlarla denize atlıyor. Bir büyüğümüz (şimdi kim olduğunu anımsamıyorum) teker teker alkışlar eşliğinde diplomalarımızı dağıtıyor. Rulo halindeki diplomalarımızı açtık. Ama diplomada “Mühendis” yok; “Makine bölümünden mezun olmuştur” yazısı var. Böyle bir diploma biz Makine Mezunları’nda büyük bir düş kırıklığı yarattı. Çünkü 1949 yılında okulun gazeteye verdiği ilanda 4 yıllık eğitim sonunda “Mühendis Diploması” verileceği deniyordu. Hani nerede? Biz makine bölümünden şimendifer makinisti mi çıktık, ya da bıçak makas bileyen çarkçı m"ı? Diplomalar elimizde Okul Müdürü’nün kapısına dayandık. O da umursamazdı. Bakanlık bu diplomaları göndermişti. Müdür Bey bizim karşı çıkışımızı Bakanlığa iletti.
Bu arada çarkçı kelimesinin tarihçesine bakmakta yarar var sanıyorum: 18. yüzyılda yapılan ve sanayide kullanılmaya başlayan pistonlu buhar makinesi 19. yüzyılda gemilerde de kullanılmaya başlandı. Böylece denizde yelken dönemi kapanmış oldu. Geminin orta bölümüne yatık olarak yerleştirilen 2 ya da 3 silindirli buhar makinesi alabandadan alabandaya konmuş bir şaftı çeviriyor. Alabanda saçından dışarı çıkan şafta çemberinde paletler bulunan bir çarkı çevirerek geminin devinimini sağlıyor. Bu gemiler Osmanlı İmparatorluğu’nda da kullanılmaya başlayınca bu makineleri işleten, bakım ve tutumlarını yapan eğitimli çalışanlara “çarkçı” denmiş. Yani Avrupa’daki “Engineer” bizde “çarkçı” olarak adlandırılmış. Osmanlı İmparatorluğu’nda oldukça önemli, saygın ve yasal bir konumdur “çarkcılık”. Fakat sonradan yandan çarklı gemilerin modası geçmiş, çarkçılık da sokağa düşmüş. Bıçak makas bileyenler çarkçı olmuş.
Benim arkamdan Yüksek Denizcilik Okulu’na giren bir arkadaşımın annesi bana sordu: “Ben oğluma kız istemeye gitsem ve oğlumun mesleğinin çarkçı olduğunu söylesem kızı verirler mi?” Aslında Bakanlığın da konuyu önemsememe gibi bir tutumu yok. Eğitim konusunda yetkili gördüğü Millî Eğitim Bakanlığı’na başvurarak “gemilerimize denizci yetiştiren YDO’nun Makine bölümü öğrencileri mühendislik eğitimi almaktadır. Bu öğrencilere mühendis diploması verilmesi gerekir” önerisini ileri sürüyor. M.E. Bakanlığı da bu konuda yetkili gördüğü İTÜ’ye konuyu iletiyor. İTÜ’nün üç ordinaryüs profesörü toplanıp konuyu görüşüyor ve 2’ye 1 oylama sonucu ile mühendisliğimiz reddediliyor. Aradan iki yıl geçti. Bakanlık diplomalarımızı geri istedi. Gönderdik. Bir süre sonra diplomalar geri geldi. Diplomalara baktık ki, mühendis olmuşuz; böyle tepeden inme mühendisliğe de pek akıl erdiremedik!
Ulaştırma Bakanlığında Hukuk Müşaviri olan bir hanım Amerika seferini yapmakta olan S/S Manisa gemisinde yolcumuzdu. Onun anlattığına göre kanunda bir madde varmış; şöyle ki: “Gerektiğinde bir Bakanlık kendi bünyesinde okul açabilir ve öğrencilerine verdiği mühendis (ya da herhangi bir branşta) eğitimi sonucu onlara mühendis diploması vermesi Bakanlığın yetkisindedir.” Demekte imiş. Ulaştırma Bakanlığı Kanunun bu maddesine dayanarak bizlere mühendis diplomasını verdi. Ama mühendis olarak çalışmak için mühendis diploması yeterli değilmiş, TMMOB’ye kayıtlı olmamız gerekirmiş. Biz de kayıt olmak için Odanın kapısına dayandık. “Siz mühendis değilsiniz, o diplomayı da tanımıyoruz, Odaya giremezsiniz” deyip bizi başlarından savdılar.
Bu durumda ne yapmamız gerektiğini öğrenmek için hukukçulara, avukatlara danıştık; “Danıştay’da dava açabilirsiniz” önerisinde bulundular. Hemen biz birkaç avukattan oluşan bir hukuk grubu oluşturduk ve Danıştay’da dava açıldı. Bu işin mali giderini karşılamak için Deniz Nakliyatında çalışan YDO mezunu mühendislerden 50’şer TL toplandı. Mahkeme 1960 yılına kadar sürdü. Danıştay bizim mühendisliğimizi onayladı ve bizi üyeliğe alması için TMMOB’ye mahkeme kararını bildirerek yönerge verdi.
1960 yılı, Ankara’da Dil Tarih Coğrafya Fakültesinin konferans salonunda TMMOB’nin yıllık Genel Kurul toplantısı yapılıyor. Gündemin en önemli konusu bizim mühendisliğimizle ilgili Danıştay’ın yönergesi.
Ben o sırada Etibank’ta çalışmaktayım. Benim gibi Ankara’da değişik kurumlarda çalışan YDO Makine mezunları konuk olarak toplantıya katıldık. Makine, İnşaat, Kimya ve Maden Mühendisleri Odaları bize karşı. Sadece Ziraat Mühendisleri bizim odaya girmemizi destekliyorlar. Kürsüye çıkan delegeler saçma saçma olumsuz konuşmalar yapıyor. Akıl alacak gibi değil; T.C. nin en yüksek mahkemesi Danıştay’ın mahkeme kararı ve TMMOB’ye verdiği yönerge oylamaya konuyor. Tam bir komedi. Gel de gülme. Daha fazla gülmek için oylamanın Yüce Mahkeme Kararının reddedilmesi ile sonuçlanmasını içimden istiyorum. İşte o zaman bu güldürü tiyatrovari bir tepe yapacaktı. Sen (Oda üyeleri) MEB’in İTÜ’de mühendislik eğitimi sonucu mühendis diploması almış bir T.C. yurttaşısın, ben de Ulaştırma Bakanlığının YDO (Akademisi)’nde mühendislik eğitimi almış ve mühendis olmuş T.C. yurttaşıyım. Sen beni nasıl ayrı düşünebilirsin ki! Türkiye’de çeşitli fakülte ve akademilerden mezun olan mühendisleri, hatta yurt dışında eğitim görüp mühendis diploması almış olan mühendisleri odaya üye alıyorsun da, YDO mezunlarını hangi mantığa dayanarak devre dışı tutuyorsun. Örnekler çok, fazla uzatmaya gerek yok.
Konuya nereden bakarsan bak; tam bir fiyasko. Yüksek Mahkemenin kararı oylamaya kondu ve sadece 2 oyla karar onandı! Yalnız Makine Mühendisleri odası bizi kendi odasına almak istemeyince bizim ayrı bir oda kurmamız gerekti. Odanın kurulması için en az 35 kişi gerektiğinden, ivedilikle İstanbul’a koştuk.
O sırada denizde olmayıp İstanbul’da bulunan arkadaşlarımızı (Beyoğlu Pasajı dahil) toplayıp 35 kişiyi ancak toparladık ve odayı kurduk, adını da “Gemi Makineleri İşletme Mühendisleri Odası” olarak koyduk.
Bizi, onların iş yerlerine göz diktiğimiz savında ve suçlamasında bulunan Makine Mühendisleri Odası üyeleri ileri tarihlerde bizim gemilerde çalışmaya başladılar!
1960 yıllarında mühendis arayan fabrika ve şirketlerin gazete ilanlarına “YDO Mühendisleri tercih edilir” uyarısını koymasını burada söylemeden geçemeyeceğim.
Bu aslında doğuştan gelen bir yetenek ile “biz onlardan daha üstünüz” anlamına gelmemelidir; Okyanusun ortasında bozulan bir makinenin uzman mühendisini ya da uzman onarım ekibini çağırma olanağının olmaması denizde çalışan mühendislerin daha donanımlı yetişmesine neden olmasındandır.

Yaşanmış gerçek iki olayı anlatarak yazıma son vermek istiyorum:
Yanında çalıştığım ağabeyim 2. Müh. Behiç Üner (MK.51) 1956 yılında Deniz Nakliyatından ayrıldı ve Kayseri Bez Fabrikasında çalışmaya başladı.
Günlerden bir gün buhar türbinlerinden birinin şaft boğazından buhar kaçması bütün fabrika mühendislerini telaşa düşürmüş. Olay fabrika müdürüne kadar yansımış. Müdür Bey uzman ve yetenekli onarım ekibi için yapımcı firmaya telefon etmeye hazırlanırken Behiç Abi devreye giriyor. “Bu basit bir arıza. Ben kısa sürede arızayı gideririm” diyerek hemen işe koyuluyor. Yedeğini çalıştırıp arızalı türbini durduruyor. Türbin şaftının çıkışındaki sızdırmazlığını sağlayan karbon ringlerin kapağını açıyor. Uzun süre çalışmaktan dolayı aşınıp çapı büyüyen karbon ringlerin çenelerini taşlayarak karbonların şaftı öpmesini sağlıyor. Böylece kaçak önleniyor. Behiç Abi de fabrikaca uzman türbincü olarak benimseniyor.
1964 yılının yaz ayları. 4 yıllık sörveyini tamamlayan S/S Manisa gemisine atandım ve Amerika seferine koyulduk.

Sörveye açılan yardımcı makinelerin yanlış ve eksik toplanmaları sonucu yeniden elden geçirilmesi gerekti. Örneğin, jeneratörlerden biri devrini bulmadan tripi otomatik olarak atıyor ve jeneratör duruyor. Bu yanlış bağlantıyı düzeltinceye kadar tek jeneratörle seyir yapmak zorunda kaldık. İstanbul’dan Cebelitarık’a kadar günde 13-15 saat çalışmak zorunda kaldım.
Yolcularımızdan biri İTÜ'de profesör, Gemi İnşa ve Gemi Makineleri Mühendisi. Geminin her yanı teknik düzeneklerle ve çeşitli aygıtlarla dolu olması, bu profesörün yakın ilgisini çekmiş; her gün gemiyi dolaşıp merakını gideriyormuş. Baş Mühendis Avni Cimşit (Mk. 28) ile yakın ilişki kurmuş ve birçok konuda konuşmalar yapıyormuş. Benim bu bir hafta süren yoğun çalışmamı yakından izledi. Bir gün Baş Mühendis Avni Bey beni kamarasına çağırdı. Meraklı İTÜ profesörü de oradaydı ve profesör benimle konuştu: “Ben sizin mühendisliğinizi reddeden iki ordinaryüs profesörden biriyim. 10 günlük gözlem ve incelemelerim, özellikle (beni göstererek) 2. Mühendisin çalışmalarını izledikten sonra çok yanlış yaptığımı şimdi anladım. Sizler daha gerçek mühendisleriniz. Özür diliyorum.” dedi. Bunları söyleyen İTÜ ordinaryüs profesörü ATA NUTKU’ydu.

Şunu demek istiyorum: masa başı mühendisliğine, makine başı mühendisliğini de eklemezsen yetenekli bir mühendis olamazsın. Bu nedenle denizde çalışanlar daha donanımlı mühendis oluyorlar.
İlhan Özerdim 53 Mk.
Kasım 2024

Comments