KAMARAMDAN KALANLAR
- KIVANÇ ERGÖNÜL
- 3 saat önce
- 4 dakikada okunur
Yalnız kalınca aklıma Orson Welles’in şarkısı gelir: “I know what it is to be young.” Genç yaştayken yaşın bir anlamı yoktu. Aklıma hiç farklı düşünceler getirmezdim.
Ta ki, bir gün bu yaşlı adamın gelişine kadar.
Benimki de benzer bir hikaye. Haydarpaşa Lisesi'nden lise 2. sınıfta kovuluncaya kadar ders kitaplarım haricinde elime kitap almamıştım. Kovuldum ve Eskişehir Çifteler Köy Enstitüsü'nün eski öğretmenlerinden halam Hatice Sökmen’in yanına Erzincan’a gittim. Halam elimden tuttu, Erzincan Kütüphanesi'ne götürdü ve “Sınıfta kal, buradan her hafta bir kitap alıp okuyacaksın” dedi. O sene sınıfta kaldım. Ama kitap okuma alışkanlığını kazandım. İlk okuduğum kitap, Ernest Hemingway’in “Çanlar Kimin İçin Çalıyor” isimli eseriydi.
1999 senesinde Foça’ya gittik. Işıklar içinde uyusun ressam Avni Arbaş ile tanıştım. Yaklaşık dört sene sabahlara kadar sohbetlerle geçti. İşte bu insanları tanıyınca nelerde eksik kaldığımı anladım. Bu iki efsaneyi hatırladıkça benimle beraber yaşamaya devam ediyorlar. Okuyan insanla okumayan arasındaki farkı şöyle görür oldum: Okuyan insan düşünür. Düşünen insan soru sorar; soru sordukça biz oluruz, birey oluruz, merak ederiz. Merak etmeyen ise ortam dışında kalır.
Olumsuzluklarla mücadele etmek insanın özelliğidir, tabii okuyan ve gören insanın.
Bu günümüzü bırakın, 17. yüzyılda Descartes, okuyanla okumayanı karşılaştırmış. Okuyan düşünür, “Düşünüyorum, o halde varım.” Ama öyle bir toplum olduk ki, atasözlerimiz bile bizi ele veriyor: “Bana dokunmayan yılan bin yaşasın.” Al işte...
Bu arada Lev Tolstoy’un görüşü de önemli. Sadece okumak yetmez insana. Bazen meydan okumalı; kendine, hayata, dünyaya... Okuyan insan mücadele eforu kazanır. Bugün mücadele gücümüzü yitirdik. Çünkü yalnız kaldık. “Kaybedeceğini bile bile niye mücadele ediyorsun?” Özdemir Asaf hemen cevap vermiş: “Öleceğini bilecekken neden yaşıyorsun?” Kısaca, bu insanların bütün doğruları kendi çıkarları için.
Avni Arbaş, ressamlığının yanında önemli bir edebiyat düşünürüydü. Fransız klasikleri tutkunuydu. Bu arada klasik eser nedir? Klasik eser, herkes tarafından beğenilen ve kendi alanında yetkili kabul edilen eserlerdir. Yayınlandığı tarihten sonra seneler geçse de popülerliğini yitirmeyen eserlerdir. Bir medeniyetin bünyesinde şekillenerek, sürekli okunarak topluma rehber olurlar.
Bugün bir eser beğenildi, Nobel aldı. Beş sene sonra unutuldu. Mesela Ömer Seyfettin, Yaşar Kemal gibi eserleri asırdan asıra kendilerini muhafaza eder. İşte onlar klasik eserlerdir.
Avni Ağabey senelerce Paris’te yaşamış. İdeoloji olarak sosyalist düşünceye inandığı için Fransız ve Rus klasiklerini öne çıkarırdı. Düşüncelerini bu eserler yönlendirirdi. “Senelerce Paris’te yaşasam da ülkemin yükünü omuzlarımdan hiç indirmedim” derdi. Ülke özlemi bir yerde tutkuya dönüşüyordu. Cezayir asıllı şarkıcı Enrico Masias’ın o dönemde hit olan şarkısı “Adieu mon pays” (Elveda memleketim) bu şarkıyı Avni Ağabey günde defalarca dinler, gözyaşlarını tutamazmış. Şarkının içinde geçen “soleil – soleil” (güneşim – güneşim) ayrı bir hüzün verirmiş.
Neyse, biz klasiklere gelelim. Fransız klasikleri dönemlerine damga vurmuştur. Victor Hugo’nun Sefilleri, Balzac’ın Köylü İsyanı, Vadideki Zambak, Goriot Baba. Balzac’ın yorumları “KARL MARX”ı etkilemiş ve sınıf farkı teorisini Balzac’ın eserlerinde bulmuştur. Özellikle Goriot Baba romanında. Emil Zola’nın Germinal romanı (ilk madenci isyanını anlatır). Benim bu yazarlar arasında ayrı tuttuğum “ALEXANDRE DUMAS” ve onun ölümsüz eseri “ÜÇ SİLAHŞÖRLER”dir.
Fransa’da hak ve hukuksuzluklara karşı çaresiz insanların koruyucusu şu üç silahşör: ATOS, PORTHOS, ARAMIS; ayrıca kumandanları D'ARTAGNAN. Ortak sloganları “BİRİMİZ HEPİMİZ, HEPİMİZ BİRİMİZ İÇİN VARIZ”.
Bu slogana eşdeğer son günlerin öne çıkan sloganı Bertolt Brecht’in
“KURTULUŞ YOK TEK BAŞINA, YA HEP BERABER YA HİÇBİRİMİZ”dir.
Bu slogan işçilere, köylülere, daha doğrusu emeği sömürenlere hitap eder.
Sonuçta durma, birleş; yarına bırakmayanlarla bu işi.

Aslında bir gerçekler vardır, bir de doğrular. İkisini de zamanında bulmak lazım. Toplum bu zamanı arıyor, umarım bulabilirler. Gemilerde öne çıkan olmazsa olmaz "emniyettir." Tankerlerde alın tabir ettiğimiz yaşam mahallinin dış kısmına "NO SMOKING", kargo gemilerinde aynı bölgeye "SAFETY FIRST" yazılır. Emniyeti öne çıkaran ikazdır.
Seneler evvel Çanakkale Boğazı'nda kılavuz kaptanım. Karşıdan gelen orta boy, tahmini 140-150 m. kargo gemisinin alnındaki yazı dikkatimi çekti. "ALL FOR ONE, ONE FOR ALL" hepimiz birimiz, birimiz hepimiz için. Önce şaşırdım. Sonra denizde birliği, beraberliği dile getiren bu uyarı yazısının bu günlerde ne kadar önemli olduğunu görüyorum. Bu yazı, daha doğrusu birlik beraberlik ikazı, bu günlerimiz için yazılmış o kargo gemisinin alnına.

Bir anda hatıralarım önüme düştü. 15 yaşımda Beylerbeyi genç futbol takımındayken, antremandan önce hocamız Alpay Ağabey bizleri toplar ve beraber bağırırdık. "Birimiz hepimiz, hepimiz birimizzzz için varızzzz." Toplumsal dayanışmanın birlikteliğini ve kolektif sorumluluğun önemini anlatan bu slogan, bizlerin unuttuğu, bir toplumun birlikteliğinin geçip gittiği bir ritüel. Deyimin anlamı, bireylerin kendi çıkarlarını bir tarafa bırakarak grup içinde herkesin başarısını ve mutluluğunu gözetmeleri gerektiğini ifade etmektedir. Bu anlayış sosyal adalet, eşitlik ve yardımlaşma temaları etrafında şekillenir. Toplumda bireylerin birbirlerine destek olmalarının, dayanışma içinde hareket etmelerinin önemi büyüktür.
Günümüzde bu deyim farklı bağlamlarda kullanılabilir. Bir iş yerinde hedefe ulaşmak için çalışanların iş birliği yapması gereklidir. Herkesin katkıda bulunduğu bir iş ortamında bir veya birden fazla çalışanın iş ortamını satması o iş yerini bitirir (biz bunu maalesef yaşadık). Bu nedenle bu slogan bir yerde dürüstlüğe, sadakate, kalleş olmamaya bir çağrıdır.
Bu sloganın sosyal hayatta önemi tartışılmaz. Mesela son depremde, hepimiz birimiz için çabalarken, esas işin içinde olacaklar ortada yoktu.
Ayrıca istismar konusu da olabiliyor. Sen akılsızca davranmışsın, birilerinin şahsi ihtiraslarına uymuş, geleceği düşünmeyip kayıplara uğramışsın. Bu işlerle hiç alakası olmayanları yanına çekmeye çalışıp “hepimiz birimiz, birimiz hepimiz için” diyorsun.
Bu hareket veya davranış, karşıdakini aptal yerine koyup istismar etmektir.
Meslek olarak bugün yaşadıklarımız ve işin gerçeğine gelirsek: Maalesef coğrafyamız kibarlığın, insanlığın, kendini insan gibi ifade etmenin anlaşılmadığı, acizlik kabul edildiği, eksik kabul edildiği bir coğrafya. Bunu her yerde, her ortamda görüp yaşıyoruz.
Hayatı futboldan öğrendim. Çünkü top hiçbir zaman beklediğin yerden gelmez. Gelmedi de. Bastırılmış, sindirilmiş ve şeytanın bokuna tamah etmiş tefessüh ortamı yaşayan bir emek toplumu. Kurumsal yapı yok, değerler yargısı çökmüş. Çırpınıp duruyoruz. Ama kabahatin çoğu sizde, be kardeşim. Bu ihanet öyküsünü en başta siz yazdınız. Neticede istediğiniz ortama, hayata ve geleceğe ulaştınız! Hayat böyledir işte, bir şeyler değişir, istemesen de sen de dahil olursun.
Biz kimliğimizi mesleğimizle kazandık. Ben Ali olarak değil “Ali Kaptan” olarak anılıyor ve tanınıyorum. Kaptan kimdir? Dünya denizlerinde bayrak gezdirmiş, ülkesinin sembolüdür. “Bu ülkede tanınmayan, bilinmeyen sembol.”
Ülke denizlerinin güvenlik sigortası fedakar, çarmıh emekçisi “KILAVUZ KAPTANLAR” rantiyecilerin önüne atılmış ve rant kapısı yapılmışlar. Yolunu şaşırmış, gideceği limanı arayan gemi gibi kılavuzluk mesleği. Bu da başka bir utanç meslek adına. Bunları yazarken aklıma şair Kemal Burkay’ın dizeleri geldi: Bir kedim bile yok, kalbim boş dört duvar, dipsiz kör kuyulardayım, sanma ki sesimi duyanım var.
Senelerimi denizlere verdim. Dünyanın her yerinde dostlar edindim. Bir yeşil pasaportum bile yok.
Sloganlarla başladık, devam edelim. Güzel günler göreceğiz çocuklar, motorları maviliklere süreceğiz. Diyen Nazım Hikmet, gördüğü günler içinde 18 senesini hapiste geçirdi.
Sonuçta motorunu Romen gemisinin üzerine sürdü ve geçti gitti. Sloganlarımız anlık, günlük. Deşarj olma unsuru ortada kalıyor.
Sonuçta huzur kalmadı. Huzuru bile kendimin kaçtığı yerlerde arıyorum.
Bu yüzden adımlarım hep önüme ekleniyor. Sloganlarım 15 yaşımda kaldı.
Kaptan M. Ali SÖKMEN 72 Gv.
