top of page
Yazarın fotoğrafıAlper Akpeçe

Güneydoğu Asya Maceraları, Bölüm 5  

Güncelleme tarihi: 17 Eyl

Akay Viran YDO Gv. 81


Kuala Lumpur: Wawasan 2020, Kampong Baru ve Phuket Tarikatları


Sene 1995, Veli (Veli Korkut GV 81) ile beraber Singapur’dan trene binip Kuala Lumpur’a gittik. Amacımız komşu ülkeyi tanımak. Kuala Lumpur, 1850’li yıllarda İngilizler tarafından kurulmuş. Nehir anlamına gelen Kuala ve çamur anlamına gelen Lumpur kelimeleri, şehrin içinden geçen iki nehre ithafen birleştirilerek verilmiş bir isim. O yıllarda Malezya’nın dünya kalay üretiminin %30’unu karşıladığını söylersem, İngilizlerin burada niye bir şehir kurduğunu daha iyi anlarsınız. Bugün ise kalay madenlerinden geriye kalan devasa çukurlara yağmur suları dolarak göller oluşturmuş durumda ve sadece Kuala Lumpur’da, bu göllerde faaliyet gösteren iki dev alışveriş ve eğlence merkezi bulunuyor.

- Sunway Lagoon

- Mine City


Biz gelelim 1993’e; Kuala Lumpur’da trenden iner inmez gözümüze çarpan ilk şey, her taraftaki totemlerde ve binaların dış cephelerinde asılı büyük posterler: Wawasan 2020, yani Vision 2020.


1995 yılında Malezya’da karşılaştığımız bu posterler, o gün için bize bir şey ifade etmiyordu. Sonuçta mevcut hükümet propaganda yapıyordu.

Aradan geçen 7-8 yıl sonunda ülkemizde benzeri posterleri görünce aslında olayın ne zamandan beri, nasıl planlandığını daha net olarak anladım. Wawasan 2020 ile Hedef 23 tamamen birbirini tutuyordu.


O yıllarda Malezya’da Maliye Bakanı olan Anwar İbrahim, birçok badireyi atlattıktan sonra 2022’de seçimleri kazandı ve Malezya’nın 10. başbakanı olunca kendi planını devreye aldı. Wawasan 2020 yerini yeni bir ekonomik modele bıraktı. Yan taraftaki fotoğrafta da görüldüğü gibi yeni modelin adı Ekonomi Madani, yani Medeniyetler Ekonomisi.

Bu 3 günlük Kuala Lumpur gezimizde yolumuz, Kuala Lumpur’un ortasındaki Kampong Baru, yani Yeniköy denilen ufak mahalleye denk gelmişti. Şehrin tam ortasında yer alan bu mahalle aslında geleneksel formunu kaybetmemiş bir köydü. Çevresinde yeni yapılan gökdelenler arasında hâlâ muz ağaçları ve geleneksel evleriyle geçmişi yaşayan, ismiyle zıt düşse de yeniliklere direnen bir mahalleydi. Geleneksel olmasının yanı sıra din etkisinin de fazla olduğu bu mahallede sadece Müslümanlar (Malaylar) oturuyordu.


Aslında din, Malezya’da adeta bir kimlik belgesi. Burada yaşayan her etnik grup kendisini ait olduğu din ile ifade ediyor. Malaylar, Müslüman kimliklerini etnik kimlikleriyle iç içe geçirmişler.

Bir Malay’ın başka bir dinin üyesi olması söz konusu bile değil. Bu, onları diğer etnik gruplara karşı ayakta tutan bir direniş mekanizmasına dönüşmüş. Herhangi bir devlet dairesinde hatta bankada hesap açarken dolduracağınız basit bir formda bile din soruluyor.


Bindiğim her takside Malay olsun ya da olmasın, şoförün sorduğu ilk soru “Where are you from?” (Ve eğer şoför Malay veya Müslümansa ki bunu anlamak hem kolay hem de zor) ikincisi de “Are you Muslim?” Bu sorulara maruz kalmamak için “No English” deyip sohbete ot tıkamak en kolay ve baş ağrısız yöntem. Aksi halde Kampong Baru’da başıma gelen gibi çok koyu bir din sohbetine girip Atatürk devrimlerinin ne kadar doğru olduğunu savunma durumuna düşüyordum ki ; bunu da cansiperane bir biçimde yapıyordum ama ne yaparsam yapayım pek bir işe yaramıyordu tabii ki... Bir de bunu takside yapmak olumsuz sonuçlara da yol açabiliyordu. Mesela kendimi birkaç kez şehrin dışında bulduğum olmuştu. Üstelik doğruyu göstermeyen taksimetrede yazanı ödemek durumunda da kalmıştım.


Günümüzde Kampong Baru nispeten turistik bir mahalleye evrilmiş durumda. Turistlere bisikletle tur bile düzenleniyor... Az ötesindeki KLCC, yani Kuala Lumpur City Center denilen ikiz gökdelenlerin gölgesi altında, 123 yıl önce inşa edilmiş ahşap bungalovlarda açılan Starbucks’larda kahve içilen bir yere dönüşmüş durumda. Fakat 1993’te olay daha farklıydı. Wawasan 2020 daha yeni başlamış ve Kampong Baru sakinleri hâlâ sarongları içerisinde evlerin verandalarında Teh Tarik içiyorlardı. İşte 3 günlük Kuala Lumpur gezimizin sonunda kararımızı vermiş, “Yok ya burada yaşanmaz” deyip Singapur’a geri dönmüştük... Sanırım atalarımızın dediği gibi “Büyük lokma ye, büyük söz söyleme” çok doğru bir söz çünkü aklımın köşesinden geçmemesine rağmen 1997 yılının nisan ayından 2003 yılının sonuna kadar bu şehirde üstelik bu 7 yılın son 4 senesini de Kampong Baru’ya sadece 6 metro istasyonu mesafedeki Taman Setiawansa mahallesinde yaşadım... Hayat gerçekten çok tuhaf rastlantılarla dolu... Kuala Lumpur’da 7 sene yaşayınca bu şehir hakkındaki fikrim tabii ki değişti. “KL” Malezya’nın başkenti olduğu için ülkenin her yerinden göç alan bir şehir. Malayca bir şarkının sözleri bunu gerçekten çok iyi anlatıyor. Her tatil başında şehir neredeyse boşalıyor ve KL işte o tatil günlerinde yaşanabilir bir şehir oluyor. Yollar boşalıyor, sessizleşiyor ve şarkıdaki gibi herkes köyüne gittiği için şehir Citta Slow oluyor. O yıllarda yaşamış bir şarkıcı şöyle diyor: “Balik Kampong” hadi köye gidelim...


Ben işim gereği 2 sene Port Klang limanına yakın Shah Alam denilen kasabada oturmuştum. O nedenle limanla şehir merkezi arasında büyümekte olan şehrin mahallelerini gezdim. Yeni yollar şehrin her yerini sarmaya başlamıştı. Daha sonra 1999’da içinde başbakanlık sarayı, parlamento, bakanlıklar ve tüm çalışanlar için Putrajaya adında bir şehir inşa edildi.

Resimde başbakanın resmi konutu görünüyor. Oda sayısını bilemediğim bu saraya Seri Perdana Kompleksi yani Başbakanlık Külliyesi deniyor. Kuala Lumpur yeni havaalanı da o tarafa inşa ediliyor ve nüfus, KLIA havaalanı, Port Klang West Port ve Putrajaya arasındaki Cyberjaya üçgeninde katlanarak artmaya devam ediyor. Şehrin içindeki bir iki ufak park, ki bunlardan en güzeli Kuş Bahçesi herhalde, kafa dinlenebilecek tek yer olarak kaldı ve bu hızlı büyüme bana fazla geldiğinden tasımı, tarağımı toplayıp 2003 senesinde oldukça ufak olan, 1400’ün başında Portekizli kâşifler tarafından kurulmuş ve bugün UNESCO Dünya Mirası listesinde yer alan Melaka şehrine göç ettik. Deniz kenarında Malaka Boğazı’ndan gelip geçen gemileri seyredebileceğim bir eve taşındık. Denizden 42 km içeride olan Kuala Lumpur’da 7 sene yetmişti.

Kurulduğu yıl 1857’den bu yana Kuala Lumpur veya Malezyalıların her şeyi kısaltarak söyleme hevesleriyle söyleyecek olursak KL, benim yaşamaya başladığımda sadece 3 milyonluk bir şehirdi; bugün ise nüfus 8 milyona dayandı. Sadece şehir merkezi, yani Malayca Vilayah denilen kısım, 2 milyonu geçmiş durumda. Sanırım büyük şehirlere karşı fobim üst düzeyde olacak ki seneler sonra döndüğüm güzel ülkemizde bugün bile nüfusu ancak 400’ü bulan ufacık bir köyde yaşamımı sürdürüyorum ki burası bile bazen kalabalık geliyor.


1993 yılının mayıs ayında geldiğimiz Singapur’dan bazen tekne ile bazen de araba, uçak, tren, feribot ve bazen de yürüyerek yakın ülkelere çok gittik. Bunların bazıları uzun süreli gidişler oldu. Örneğin, Phuket Adası’nda 7 ay kaldım. Amacımız tekneyi burada karaya çekerek Türkiye’de tik ağacından yapamadığımız işleri bitirmekti.


Phuket günlerimiz oldukça yoğun bir çalışma temposunda ama bir o kadar da eğlenceli geçti. Tersaneye yakın “Ban Kuku” köyünde bir ev kiraladık ve çift sıra koltuklu bir Toyota aldık. 


O günlerden birinde, yine Veli Kaptan’la beraber adanın pek turistik olmayan güney sahilini gezerken bir köyün içinden geçtiğimizi fark ettik ve bir şeyler içmek için durduk. Etrafımızdaki manzara, durduğumuz köyün ahalisi arasında birçok Müslümanın yaşadığını gösteriyordu. Biz de doğal olarak “Assalamun Aleykum” diyerek oradaki ağaçların altında taze hindistancevizi suyu satan bir ailenin sandalyelerine oturuverdik.


Assalamun Aleykum deyince, bildikleri çat pat İngilizce ile nereli olduğumuzu sordular ve ikinci soru zaten hazır bekliyordu: “Are you Muslim?” Elhamdülillah diyerek karşılık verdik. Bir şeyler içmek için girdiğimiz köyde 10 dakika içinde popüler olmuştuk bile. Adanın güney sahilindeki bu ufak köy, Al Arqam Tarikatı’nın merkezi durumundaydı. 


Burada en ilginç olan şey ise Phuket gibi turizmde (biraz da edepsiz turizm diyebilirim) ün salmış bir adada, ne yaptıklarından ziyade, burada nasıl yaşayabildikleri daha fazla dikkatimizi çekmişti ama soramadık tabii... Daha sonraki aylarda, bu tarikatın kurucusu olan Asrafii Mohammed, dört karısı ve 40 çocuğuyla birlikte Tayland’da tutuklanacaktı. 14 Ekim 1994 tarihinde de ulusal televizyon kanalından tüm ulustan yaptıklarının yanlış olduğunu söyleyerek özür diledi (bizzat izlemiştim). Kısacası, mehdi olduğunu iddia eden Al Arqam’ın kurucusu Asrafii Mohammed, tutuklandıktan sonra kendi mehdiliğini bekledi ve 2010 yılında bu dünyadan göçtü.


Tayland’ın güney eyaletlerinin nüfusu, kendilerine “Patani” diyor, yani çiftçi. Tümü Müslüman Malay. Bu insanlar Müslüman ama hiçbirinin ne Al Arqam ne de diğer tarikatlara ihtiyacı yok. Herkes sadece dininin gerektirdiğini yerine getiriyor. Ne Malezya’da ne de Tayland’ın Patani eyaletinde bu insanları “din ile ikna etmek” söz konusu değil çünkü hepsi kutsal kitapta ne yazdığını biliyor. Kimse bu insanları Allah ile aldatamıyor. Ancak Al-Arqam üyesi insanlara belki de saflıklarından ev sahipliği yapıyorlar ve ister istemez kendi iyi niyetlerinin kurbanı oluyorlar.


Bu küçük köyden binbir tane dua alarak ayrıldığımızda her ikimizin de yüzünde mutluluk tebessümleri vardı ve o güzel insanlara veda ettiğimizde gözlerindeki ışıltıyı hâlâ unutamadık. Phuket’te kaldığımız 7 ay boyunca hiç kötü muamele ile karşılaşmadık dersem yalan olmaz, ama damarlarımda akan sıcak Akdeniz kanı sebebiyle birkaç kez belaya bulaşmadım dersem de yalan olur.


Gelecek Bölüm: Simon Kabare, Bungy Jumping, Koh Sirey Balıkçı Limanı ve Koh Sirey Budist Tapınağı ile Phuket Savcısı...


Akay Viran YDO Gv. 81

69 görüntüleme0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör

Comments

Rated 0 out of 5 stars.
Couldn’t Load Comments
It looks like there was a technical problem. Try reconnecting or refreshing the page.
bottom of page