top of page
Yazarın fotoğrafıAlper Akpeçe

BAHTSIZ GEMİNİN HİKAYESİ

2007 yılının Ocak ayının sonlarında, daha önce satın alma öncesi birçok Ro-Ro gemisi denetlediğim, Trabzon’da mukim denizcilik firması adına, yine İngiltere ile İrlanda arasında çalışan bir gemide denetleme yapmak üzere bir çağrı aldım. Şartlar elverdiği için kabul ettim. 2001 Temmuz ayında ayrıldığım Lloyd’s Register firmasından sonra serbest çalışmaya başlamıştım. Yerli ve yabancı armatörlere danışmanlık yapıyordum. Genellikle, armatörlerin satın almak için talip oldukları gemilerde ön incelemeler yaparak geminin genel kondisyonu hakkında bilgiler derleyip, isteklerine uygun olup olmadığını değerlendiriyor ve satın alınıp alınmaması yönünde tavsiyelerde bulunuyordum. Ayrıca, yabancı armatörlerin tamir ve bakım için Tuzla tersanelerine getirdikleri gemilerinin tamir ve bakım süreçlerine nezaret ediyor, klas ve tersane ile olan ilişkilerinde yardımcı oluyordum. Panama Survey Bürosunun temsilciliğini de almıştım; zaman zaman Panama bayraklı gemileri denetlemeye gidiyordum. Diler Denizcilik firmasının da on-hire ve off-hire (zaman süreli kiralamalarda kira başlangıç ve bitiş) sörveylerini yapıyordum. Olası projeler için üç meslektaşımla ortak şirket kurarak Bostancı’da ofis açtık; ancak işlerimiz beklediğimiz gibi olmayınca, takriben bir yıl sonra ortaklıktan ayrılıp yoluma tek başıma devam etmeye karar verdim. O yıllarda yoğun ikinci el gemi alımları olduğundan, ben de tempolu bir çalışma dönemine girdim. Öyle ki bir gün Amerika’dan dönüyor, ertesi gün Endonezya’ya uçuyor, oradan gelip iki gün sonra Norveç’e, oradan Danimarka’ya geçiyordum. Bu halimden hiç şikayetçi olmadım ve yoğun tempoda çalışmaya devam ettim.


2003 yılının Nisan ayında, Fransa’nın Marsilya kentindeki bir gemi denetlemesinden dönerken Paris havaalanında, daha önce D.B. Deniz Nakliyat’ta 1985 yılında Kilis gemisinde stajyer olarak görev yapan, o sıralarda Yardımcı Tersanesinin sanırım teknik müdürlüğünü yapan, 1988 mezunu Osman Yalman ile karşılaştım. Uçağımızın kalkış saatine kadar sohbet ettik. O, Marsilya’da bulunan bir Fransız firmasına iki adet 10.500 DWT’luk kimyasal tanker yapıp teslim ettiklerini ve yeni siparişler için görüşmeler yaptıklarını söyledi. Hatta Fransızların, yeni siparişlerde onların adına Türkiye’deki işlerini yürütecek tecrübeli ve donanımlı birini aradıklarını, böyle bir pozisyonu kabul edip etmeyeceğimi sordu. Ben de şartlar uygun olursa neden olmasın dedim ve görüşme talebi olursa haber vermesini istedim.


Bir hafta kadar sonra Osman beni arayarak, Fransızların bir Türk aramaktan vazgeçtiklerini, kendi vatandaşlarından birini göndereceklerini söylediklerini belirtti. Ancak istersem, son teslim ettikleri gemiye onların adına garanti mühendisi olarak gidip gidemeyeceğimi sordu. Eğer ücret ve şartlar uygun olursa bir buçuk-iki aylık bir süre için gidebileceğimi söyledim. Sonuçta anlaştık; ücretimin yarısını Yardımcı Tersanesi Türk lirası, diğer yarısını ise Fransız firması Amerikan doları olarak ödüyordu. Nisan ayının son günlerinde FS MILA isimli gemiye Marsilya Lavera’da katıldım. Gemi genellikle Akdeniz içindeki Fransız limanlarına petrol türevleri taşıyor, bazen İspanya’nın Barselona ya da Tunus’un Gabes limanlarından yükleme yapıyorduk. Zabit kadrosu Fransız, diğer mürettebat ise Romanya uyrukluydu. Bir gün Lavera’da yükleme yaparken telefonum çaldı; arayan Germanischer Lloyd Türkiye Müdürü Akif Tuna idi. Hal hatır sorduktan sonra işlerinin çok yoğun olduğunu, özellikle endüstriyel işlere yetişemediklerini, onlar için freelance surveyor (serbest çalışan denetçi) olarak çalışıp çalışamayacağımı sordu. Şu an Fransa’da bir gemide olduğumu, Temmuz başında Türkiye’ye döneceğimi, döndüğümde kendisiyle görüşüp şartları değerlendirerek karar verebileceğimi pozitif bir tavırla söyledim.


Temmuz ayında Türkiye’ye dönüp Germanischer Lloyd ile hemen sözleşme imzalayarak serbest denetçi olarak çalışmaya başladım. Diğer işlerime de devam edebiliyordum. Başlangıçta bu firmadan gelen işler, toplamda yaptığım işlerin %30’u civarındayken, zamanla diğer işlerimi iptal etme durumuna gelmemi sağlayacak kadar arttı. Zaten 2008 yılı başında kadrolu olarak çalışmaya başlayınca diğer işlerimi artık yapamaz olmuştum. Buradaki çalışma hayatım, firmanın 2015 yılındaki Det Norske Veritas ile birleşmesinden sonra başka bir yöne evrildi. Zaten yaşımız da kemale erdiği için 2017 yılının Temmuz ayında kendi isteğimle emekli oldum.


Gelelim asıl konumuza; Trabzonlu denizcilik firması, Trabzon ile Rusya’nın Sochi limanları arasında Ro-Ro taşımacılığı yapıyor. Gemi, Türkiye’den yaş sebze ve meyve yüklemesi yapan tırları ve kamyonları Trabzon’dan Sochi’ye götürüyor. Bu da Türkiye’nin hatırı sayılır bir ihracat geliri elde etmesine vesile oluyordu. Geçmişte de Sovyetler Birliği’ne sattığımız portakal, mandalina gibi ihraç ürünlerine karşılık Sovyet teknolojisiyle birçok fabrika kurmamış mıydık? Bu hatta çalışan gemi sayısı gittikçe artıyor, değişik denizcilik firmaları ikinci el gemileri filolarına katıyorlardı. Onların talip oldukları bu gemi de kağıt üzerinde beklentilerine cevap verebilecek nitelikte görünüyordu; ancak geminin genel durumu hakkında fikir edinebilmek ve istenen paranın karşılığını verebilecek özellikte olup olmadığını anlayabilmek için yerinde inceleme gerekiyordu.


Gemi, İngiltere’nin Heysham Limanı ile İrlanda’nın Warrenpoint Limanı arasında çalışan, tır, kamyon, konteyner hatta araba ve yolcu taşıyabilen İngiliz Setruck firmasının işlettiği RIVERDANCE isimli güzel bir gemiydi.


Riverdance

Gemi, Heysham Limanı’nda yalnızca dört-beş saat kalabiliyordu; bu süre, gemiyi incelemek için yeterli bir zamandı. Heysham’a en yakın havaalanı Manchester görünüyordu ve Türk Hava Yolları’nın günde birkaç karşılıklı uçuşu vardı. Biletimizi geminin gelişine göre ayarladık. Armatör ortaklardan Hüseyin Bey ile ben gidecektik. Şirket, jest yaparak bizi taksiyle havaalanından aldıracak ve doğruca ofislerine götürecekti. Orada geminin yanaşmasını beklerken hem geminin belgelerini inceleme fırsatı bulacak hem de kahve içerek biraz dinlenebilecektik.


İşlerimiz rast gitti, uçak zamanında havalandı ve beklediğimiz gibi, sözleştiğimiz saatte şirket ofisine varabildik. Ben daha önce bir kez, 1977 yılının Aralık ayında, D.B. Deniz Nakliyat’ın Mithat Paşa gemisiyle, genç bir denizciyken Heysham Limanı’na gelmiş, hava şartlarından dolayı uzunca bir süre, yani on beş yirmi gün süren yükleme yapmıştık. Bu gemi, beş ay öncesinde de bu limana gelmiş; ihbar sonucu yapılan aramalarda üç yüz kilo civarında haşhaş yakalanmış ve gemiyi bir süre tutuklamışlardı. Hatta İngilizler, bu geminin adını alaylı bir şekilde "Haşhaş Paşa" diye anmışlar. Neyse ki bu seferimizde öyle bir durumla karşılaşmadık. 


Gemideki kadro ve uyum da güzeldi. Kaptan Güven Sükan, 2. Kaptan Akın Özkaya, 3. Kaptan Mustafa Şaban Elmas, 4. Kaptan (pratikten yetişme, ismini hatırlayamadım), telsiz zabiti Fahir, baş mühendis Erdinç Özgür, 2. Mühendis Salih Parlar, 3. Mühendis ise ortaokul, lise ve üniversiteyi beraber yatılı olarak okuduğumuz Ömer Tan idi. Nedense bir daha bu limana yolum düşmedi. Yani aradan tam otuz yıl geçmişti. O zamanlar yakındaki Morecambe isimli sayfiye kasabasındaki bol bulunan publara takılırdık. Alışveriş için de yine yakındaki büyükçe bir şehir olan Lancaster’a giderdik. Güzel günler geçirdiğimiz şirin bir bölgeydi. Bir diğer hatırladığım şey ise çok kuvvetli gelgit hareketiydi. O yüzden gemicilere büyük iş düşüyordu. Gemiyi rıhtıma bağlayan halatların sürekli kontrol altında tutulması çok önemliydi. Öğlen borda merdiveninden indiğimiz rıhtıma, gece neredeyse köprü üstü seviyesinden gemiye çıktığımız olurdu. Böyle bir gelgit olayını başka yerde görmemiştim. 


Bir süre sonra geminin yanaştığı haberi geldi ve gemiye doğru yola çıktık. Gemiye vardığımızda, karşı limandan yüklediği tırları, kamyonları ve konteynerleri tahliyeye başlamıştı bile. Doğruca gemi salonuna çıktık. Kaptan ve baş mühendis bizi karşıladı. Her ikisi de otuzlu yaşlarında güler yüzlü insanlardı. Hoşbeşten sonra üzerimi değiştirmem için bir kamara verdiler. Bu arada Kaptan bana dönerek “Ben sizi bir yerden tanıyorum ama nereden?” demeye başladı ve birkaç kez tekrarladı. Ben de daha önce Lloyd’s Register firmasında çalıştığımı, belki gemisiyle Türkiye’ye geldiğinde denetleme için gemisine çıkmış olabileceğimi söyledim. Türkiye’ye gemiyle hiç gelmemişti. İş icabı şirket merkezi olan Londra, Croydon, Coventry gibi şehirlere çok sık geldiğimi, belki oralarda yolumuzun kesişmiş olabileceğini söylediğimde ona da ihtimal vermedi. Bu arada gemiyi dolaşmaya başladık. Köprü üstüne, ana güverteye ve alt güverteye yaptığımız yürüyüşlerde yine “Ben sizi bir yerden tanıyorum” deyince, kafamda bir anda şimşek çaktı. Ona dönüp “Yoksa sen Kay Gardner’ın oğlu musun?” diye sordum. Hemen “Evet” dedi. Kendisine otuz yıl önce bir gemi ile Heysham Limanı’na geldiğimi, uzunca bir süre kaldığımızı ve annesiyle arkadaş olduğumuzu, birkaç kez evinde ziyaret ettiğimi, o zaman altı yedi yaşlarında çocuk olduğunu, muhtemelen tipimin hafızasında yer ettiğini anlattım. Annesinin sağlığını sordum, iyi olduğunu söyledi. Beni hatırlarsa sevgilerimi iletmesini istedim. Bu duruma ben de çok şaşırdım. Bazen hiç olmayacakmış gibi görünen bir olay olabiliyormuş demek ki. Meğer dünya ne kadar da küçükmüş.


Kay ile bir pub’da tanışmıştım. O zamanlar benden birkaç yaş büyük, genç yaşta evlat sahibi olmuş bekar bir anneydi. Arkadaşlığımız güzel geçti. Kah akşamları publarda takılıyor, dans ediyor, birkaç kadeh içki ya da pint Black Guinness içiyor ve sohbet ediyorduk. Kah gündüzleri buluşup vakit geçiriyorduk. Ayrılış günü yaklaştığında, o zamanlar pek moda olan fotoğraf değiş tokuşu bile yapmıştık. Onun bana verdiği fotoğraf, oğluyla çekilmiş bir fotoğraftı. Ancak evlenmeden önce sakıncalı bularak albümden çıkarmış ve benzer fotoğraflar gibi imha etmiştim. Eğer elimde olsaydı, o fotoğrafı burada yayınlardım ama o fotoğrafın silueti hâlâ hafızamda belirgin. Çizim yeteneğim iyi olsa, resmini bile yapabilirdim. Demek ki geçen zaman içinde o küçük çocuk bir denizci olmuş ve şu anda incelemeye geldiğim geminin kaptanı olmuş. Yıllar sonra büyük bir tesadüf eseri yollarımız kesişmişti.


Gemideki incelemelerimiz bitti. Gemiyi beğenmiş, bakımlı ve temiz bulmuştum. Armatör Hüseyin Bey de elinde şerit metre ile güvertelerde ölçümler yaparak nereye ne kadar araba sığdırabileceğini hesaplıyordu. Gemide asansör olmaması, rampalı dizayn edilmiş olması onun hoşuna gitmişti. Görünüşe göre anlaşma sağlanırsa, gemiyi almaktan yana tavır koyuyordu. Akşam uçağıyla yine Manchester’den İstanbul’a döndük. Ertesi gün hazırladığım detaylı raporu kendisine gönderdim. Benim de görüşüm, fiyatta anlaşabilirlerse geminin alınması yönündeydi. Artık top onlardaydı ve nihai kararı onlar verecekti. Aradan yirmi gün kadar geçtikten sonra Hüseyin Bey beni arayarak bir türlü anlaşmanın sağlanamadığını, sonrasında da Seatruck’ın gemiyi satmaktan vazgeçtiğini söyledi. Bu durumda başka gemilerin peşine düşecektik. Olsun, bu da bana kazanç kapısıydı. Dünyada daha satın alınabilecek yüzlerce gemi vardı. Bu olmazsa, bir başka gemi olurdu.


Aradan neredeyse tam bir sene geçti. Televizyonlarda ve medyada, bir geminin yük kayması sonucu İngiltere’nin batı sahillerindeki Blackpool bölgesinde yan yatarak sığlıklarda karaya oturduğu, personelin müthiş bir kurtarma operasyonu ile salimen kurtarıldığı haberleri gözüme çarpmaya başladı. Baktım ki, bu geçen sene satın almak için denetlediğimiz Riverdance gemisi.


Riverdance

Kaptanın kim olduğu konusunda bilgi edinemedim ama nasıl olsa can kaybı yoktu. Bu gemi sonrasında yüzdürülmeye çalışılmış, ancak peş peşe gelen fırtınalar yüzünden iyice kumlara gömülmeye başlayınca yerinde hurdaya çıkarılıp bozulmasına karar verilmiş. Geminin karaya oturduğu bölge, yerli ve yabancı turist akınına uğramış. Yerel esnaf bile oluşan kalabalıklardan şikayet eder hâle gelmiş.


Empati kurup, bu gemi satın alınıp Karadeniz hattında çalıştırılıyor olsaydı ve böyle bir kaza yaşansaydı, ne bizde ne de Ruslarda böyle uygun kurtarma ekipmanları olmadığı için oluşabilecek can kayıplarını düşünmek bile istemiyorum. Zaten hepimizin de bildiği gibi, yakın tarihlerde Karadeniz’de oluşan fırtınalarda, burnumuzun dibindeki insanları bile kurtaramamıştık ne yazık ki. Bu bahtsız geminin sonu da İngiltere’nin batı sahillerindeki bir kumsalda olmuştu.


Eh, her geminin sonu gemi bozumcularının bozum yerlerinde olmuyor. Kimisi uzak bir ülkede kayalıklara oturmuş, kimisi fırtınada batmış, kimisi yangın geçirmiş, kimisi de bizim bu gemi gibi kumsalda hurdaya çıkarılıp parçalara bölünüp yeniden dönüştürülmüş.


Cengiz Akdeniz 76 Mk.  

Eylül 2024


119 görüntüleme1 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör

Comments

Rated 0 out of 5 stars.
Couldn’t Load Comments
It looks like there was a technical problem. Try reconnecting or refreshing the page.
bottom of page