Ege oldukça sakindi. Gemi neredeyse hiç sarsılmadan geçti Akdeniz’den de. Çocuklar güle oynaya koşturuyorlardı. Vakit zengini olan kadınlar ise bolca güneşleniyor, sohbet ediyorlardı. Süveyş Kanalı’nı geçip de Kızıldeniz’e girer girmez aksilikler başladı.
Vaktiyle Martı Denizciliğin OBO sınıfı gemilerinden OBO Deniz’de çalışıyoruz. Bu gemiler o yıllarda ham petrol taşımaları ardından akla ziyan biçimde buğday taşırlardı (çoklukla Continant limanlarından yüklenerek Suudi Arabistan ve diğer körfez ülkelerine). Bu sınıf OBO’lar ortalama 100 bin ve üzeri taşıma kapasiteli 9 ambarlı, klasik ambar kapaklı tipik bir Bulk Carrier’in, akaryakıt tankeri benzetmesi gemilerdi. Yanıcı madde, parlayıcı maddenin asla eksik olmadığı ortamda yangın riski nedeniyle oksijen olmaması hedeflenir. Ancak 9 ambarlı bulk carrier vasıfları nedeniyle ve özellikle ham petrol taşımaları sonras ne kadar ‘’inert gas’’ basarsanız ambar kapak kenarı sızıntıları nedeniyle sürekli risk barındırırdı. Malum çoğu ambar su testinden geçemezken akıl dışı bir hava - gaz sızıntısı engelleme mücadelesi sürerdi.
Ham petrol yük tipi itibariyle işlenmemiş katı bir yakıt olduğundan içeriğinde bir sürü hafif patlayıcı gazlar ile havadan ağır türde bir sürü gaz cinsini barındırır ve fiziki olarak da parafin artıkları ve bulamaç hali ile ambar bulk head’ları, side’lere yapışırdı. Hadi patlatmadan gas free yaptınız sıra gelirdi ambar temizliğine bu kısmını hiç anlatmayayım. Cephede savaş hali gibiydi.
Gemiyi yıkadınız ambarları denetimden geçirdiniz ve devamında yükü de aldınız. Geminin aslen bir tanker olduğu unutulur ve bulk carrier haline bürünürdü. En tehlikelisi de budur. Bu gemiler en çok ham petrol yüklemedikleri zamanlarda patlamışlardır. Öyle ki, ham petrol veya diğer petrol taşımalarının artık veya gazları kimi bölme, cofferdam, irili ufaklı tank vs’ye sızmıştır ve siz bulk carrier hali ile gemide kaynak, tamir bakım işlerine ağırlık verince umulmadık, hesaplanmadık bir yerden patlama ile yüzleşebilirdiniz.
NOT: bu kadar uzun OBO anlattım. Benden büyük ve deneyimli, ötesinde daha genç olduğu halde çok daha bilgili, donanımlı meslekdaşlarım olduğunu tahmin ediyor ve biliyorum. Sadece lafı geçmişken OBO ları duyup ama artık ticaretten kaldırıldığı için bilemeyen gençler için paylaştım.
Bir dönem OBO Deniz gemisindeyiz ve Kumkapı’da demirde tamir haliyiz. Gemiye başta Tuncer Kayıkçı, Bekir Emiral ve Haldun Dinçel ağabeyler ile 40 civarı kaynakçı ve diğer tamir ekipleri doluşurdu. Rutin saatlerle servis yapan personel ve taşeron motorları ile malzeme taşıyan ikmal motorlarının biri gelir birisi giderdi. Sanki mangal için rezerv edilmiş bir piknik alanında gibi geminin muhtelif yerlerinden dumanlar, ışıltılar eksik olmazdı. Gemi bir anlamda göz yoran ve anlamsız gürültüleri ile Hindistan’da bir Pazar yeri karmaşasını andırırdı.
OBO ların 5 numaralı yani ortada olan ambarlarının üzerinde ikmal için basit bir bumbaları vardı. Günlerden bir gün reis karşımda bir iş dağılımı yapıyorum bir şeyler anlatıyoruz sanırım. Reis bir anda süvari bey dedi ve kaçtı. Bende refleks olarak öne doğru hamle yaptım ama hani koşu başlarken depar yapan koşucu gibi sağ bacağım arkamda kalmış. 5 nolu ambar kapağı üzerinde üst üste yığılmış 3X6m ve 8mm kalınlığındaki saç plakalardan birkaçı meğerse kaymış ve bir frizbi gibi güverteyi tarayarak denize uçtular. Reisin panikle kaçması ve uyarması ile bende vücudumu ileri atmasa idim ihtimal ki bel hizasından beni biçecekmiş. Arkada kalan bacağıma gelince ona sıyırma ile vurma arasında gitmiş. Üzerimde tulum vardı. Tulumun sağ bacağıma denk gelen dış yan kısmı dizkapağı hizasından yanlamasına ve aşağı doğru 15-20 cm kadar düzgün bir yırtık vardı. Millet koşuştu ve tulum sıyrıldı ki kırmızı et, beyaz yağ dokusu, damara benzeyen bir kısmı duran bir kısmı yırtık yapı ve kemik görünüyor (umarım bu kadar detaylı anlatınca okuyan rahatsız olmaz). Ama olmayan tek şey acı. Nedense, hiç acı hissi anımsamıyorum. Yaşam mahalline doğru yürüyoruz normal yürüyünce yara açılıp kapanıyordu elimle bastırıp topallama gibi geldik. Sanki kalp atışını andırır gibi belli aralıklarda kan atıyordu yaradan. Meğerse toplar damar kesilmelerinde böyle olurmuş. Revize oturttular. Gemide bir telaş ve karşımızda kıyıda malum Samatya Devlet Hastanesi ve Cerrahpaşa var. Kimisi hızla bölgedeki ve diğer servis motorlarını arıyor.
Eşimden duyduğum, öğrendiğim kadarıyla insanlar vücut kütlesine bağlı olarak kabaca 1,5 litre kadar kan kaybederlerse beyin kansız kalıyor ve şoka giriyor. O anlarda bütün derdim güvertede kan gitti revirde de sızıp duruyor ve ne kadar zamanım kaldı belli değil!
O sırada aklıma geldi yahu eşim kamarada çocukla ona haber etsenize dedim. Zaten artık hastaneye yetiştirilecek zaman da kalmamıştı. Haber ettiler kucağında oğlum ile koşarak geldi ve oğlumu Bekir Emiral ağabeyin kucağına tutuşturdu. Anında sandalyeyi devirin dedi ve bacak havaya kaldırıldı. Kan durdu gibi oldu iyi mi? O ana kadar boşu boşuna akıp gitmiş. Neyse gemide olan kat küt vs ile dikti.
Bekir ağabey yufka yürekli naif adam. Kanı gördükçe ve eşim dikerken 2 defa sallandı zor ayakta durdu. Eğer bu yazıyı okursa mutlaka bir şeyler eklesin isterim.
Bu arada gemide işler durur mu bende dahil becerebildiğimizce günlük işlere devam ediyoruz. Dönem arkadaşım müh. Öner Çelik de gemide ve kan, yara görmekten içi çıkıyor. Ben her çay molasında sargı bezi yanından açarak yarayı ona gösterince çayını bırakıp kaçıp gidiyordu. Beni görünce de salona girmiyordu.
Gelin görün ki, Jeneratör bakımı yapıyorlar ve hava hortumu ile jeneratöre hava basıyorlarmış (bu nedir bilmiyorum) benim kazadan tam 2 dün sonra Öner de eğilip kontrol ederken hava musluğu yerinden kurtuluyor ve yandan alt çenesine vurmuş. Alt çene tam orta yerinden kırılarak sağdan sola doğru birkaç cm kaymıştı. Onu Samatya Devlet Hastanesine götürdük ve çenesi ameliyat edilerek tellerle dikilmişti. Öner ve ben sefere devam ettik ve uzun süre sıvı ile beslenmek zorunda kalmıştı.
Sevgili Bekir ve Tuncer Kayıkçı ağabeyler bu 2 olayın en canlı tanıklarıdırlar.
Bazen eş dost sohbetlerinde çok da marifetmiş gibi bu yaradan ve son derece kötü dikiş (eşim duymasın) nedeniyle kalan izi açar gösteririm.
Halen denizde olan ve karadaki tüm denizci büyüklerim ve küçüklerime kazasız belasız günler dilerim.
Trieste kalkışındaki mecburi yükleme nin dengesiz yüklenmesi sonucu , 2.kpt kalkışta gemiyi düzeltmek için sancak ballast ve tatlı sularını bastıktan sonra yetmediğinden her 2 heeling tankını da basmış ve tonajı ayarlamış . Mersin varışında gece tahliye yapılmayıp sabah erken başlandı. Önce kıç ve iskele taraftaki tır ve dorseler asansöre kadar çıkarılmıştı. Üst kat sancak taraf 1. -2. Line boş 3. Line da 3 adet siyah Kıbrıs için mersedes araba ve diğer line lar doluydu. Sebep orta katta full ağır borular yüklüydü. Alt iskele kat asansör için boşaltıldığında gemi yatmaya başlamıştı .
Mk dairesinde dışardan gelen okul mezunu tamir ekibi mk ci abi ile dg ana şalterini söküp tamir etmekte olan ben dairesinden 2. Kot nın heeling basmıyor diye haber vermesi ile çıkıp beraber kontrol ettik . San dan iskeleye bastı beraberce kontrol edip çalıştığını gördük. Fakat sancağa giren suyu basıyordu iskeleye. İskeleye aynı zamanda dışardan dolduruyormuş onu boşalttığını sonradan öğrendim .
Heelingler Sadece sancaktan doluyor . Tabi sancakta su eksilmiyordu. .mk dairesinde çalışmaya devam ederken gemini daha yattığını farkedince tekrar yukarı çıktım . O sırada iskele asansöre kadar boşalmış olan lie haricinde san tarafa konteyneri tepeden kavrayıp kaldırmak için ikinci sıra olarak büyük bir forkliftin girmiş olduğunu gördüm ve hala heeling tablosu başında uğraşmakta olan Tayfun kaptana : forklift operatörüne söyle işi bırakıp derhal forkliftinboş olan iskelentarafına geçirmesini söylemesini istedim ve peşinden ben de adama gv den bağırıp iskeleye gel diye seslendim. Adam bir an durakladı fakat o sırada rampa dışından gelen bir arkadaşı operatöre bağırarak gemini batacağını söyleyip bırak dışarı kaç diye söyledi çok ses olmasına rağmen operatör forklifti çalışır bırakıp indi ve dışarı kaçtılar .
Gemi ağır ağır yatmaya devam ediyordu. Yapacak bir şey yoktu. Tayfun kapt hala tablo başında uğraşıyordu fakat san tanka aldığını iskeleye transfer ettiğinden gemi düzelemiyor ve yan yatmaya devam ediyordu. Bu sırada tablo yanındaki merdivenlerden gemi personeli de aşağıya inmeye başlamıştı.
Ben hızla kamaradaki evraklarımı ve şahsi eşyalarımdan alabileceklerimi almak için merdivenlere atıldığımda girişte bulunan yağ dolayısıyla kayarak ayağımı burktum ve ses geldi sonra kalkıp merdivenlere yan yan tutunup kedi köprüsüne kadar 3 kat çıktımsonra kedi köprüsünden başa giderken son kalan yağcı yı don gömlek önümde korkmuş görünce ( vardiyadan çıkıştan sonra kahvaltı edip yeni yatmış) bağırarak başa doğru gitmesini ( sahilden son kalan bizler için denizden sandal geldiğini uyardılar) söyledim ve ilerledik . O arada üst gv de isk ilk 3 sıradaki konteynerlerin zincirlerini çatır çatır kopma seslerini duydum ve konteyneler kayarak 4 sıradaki mercedesleri sancağa yapıştımışlar.
Bir merdiven üste filika gv çıkıp isk taraftan içeri girdik . Yağcı ( ismini hatırlayamadım ama çok yakında vefat ettiğini öğrendim) kapıdan girip az kayarak baş orta kapıdan tutunup benim gelmemi bekledi. ben de ayağımı içeri atınca yağlandığından sancaktan iskeleye kadar kaydım ve duvara vurdum . Kalkıp kollara tutunarak orta kapıya dönüp 3 merdiven aşağıya yamuk vaziyette indik yağcı baş taraftan sancağa kayıp denize atladı ve motora çektiler bende kaydım ve san küpeşteye çıktık ayağımın kırıldığını zannedip motoru çağırdım zorla altına geldi 4-5 metre kalan yüksekten atladım burkulu ayağım motorun baş kısmına bastı diğer ayağım denize giderken motor armuzuna sıyırdı ve kolumdan tutup çektiler hemen dilo başına gittik
Orda merdivenlerden çıktık gemiye baktığımda baş ve kıç halatların babada kaydığı ve kopmadığını gördüm. Kıç tarafa yürüdüm herkes toplanmışt . Rampa ya giderek baktığımda san taraf kısmında içeri su girmeye başlamıştı. Beni geri çektiler. O arada 2. Kot içerde kaldığını söylediler boşandım ve tutamadım kendimi . Kısa zaman sonra sabah erken acenteye gitmiş olan gemi kpt Ayhan Emiroğlu hızla acenteden geldi. Benden sonra içerde olan kpt nın hanımı ve aşağıdan çıkan ve ikinci kpt nın emriyle içerde iş yapan yeni 19 yaşındaki yağcı içerde birkaç kez düşmesine rağmen kapt hanımı ile kedi gv baca yanında buluşup sahildekilerin yönetmesi ile bekleyip hanım gemi yatınca isk taraf yüzeyine geçip başa yürümüşve baş eğiminden kayarak başka motora çıkmış yağcı ise yüzeyden denize atlamış ve çıkmış. Sonradan hastanede hatırlayamadığım kadar kemiğinin kırılmış olduğunu öğrendik
Gemi yattıktan sonra 1 hafta orda kalıp savcılık işlemlerini tamamladık kaptan ben beraber . İki gün sonra savcılıktan izin alıp bütün personel motorla gemiye miyar yanından köprü üstü önündeki koruma demirlerini merdiven olarak kullanıp iskele taraf üstüne çıktık iskele taraf mk personel kamara lumbuzlarını kırarak herkes içeri atladı. Ben de kendi kamarama atladım ve kamara kapısını hafif aralayıp yandaki 2. Müh kamarası nın yarısına kadar giren suyu gördüm ve kamara kapısını da aralayıp o kamaraya da baktım. Orada san tarafta aynı yerde olan ikinci kpt nın kızına almış olduğu oyuncak ayının aradaki 3. Lerin kamara duvarlarının giren sudan dolayı patlamasıyla ta yan kamarama gelmiş olduğunu gördüm🥲. Sonra kapıyı kapatıp , geceden otelde gemi yattığında elbise ve malzemelerin ne şekilde bulacağımı düşündüğümden , yatık vaziyette açılan , düşen dolap Kapaklarının içinden tüm eşyalarımı bavuluma koyup kırık lumbuzdan dışarı çektirdim . Diğer iskele mk personeli de kendi odalarındaki eşyalarını aldılar .
Geminin köprüüstü arka tarafında olan kaptan kamarasının da tarıya kadarı suyla dolmuş olduğundan kpt nın eşyalarının da bildiğim kadarı ile yarısını aldı ve aynı yoldan ip halatlarla indirip döndük . Ama ben hariç bütün gemi personeli bütün eşyalarımız kayboldu diye şirkete bildirip personel listesinde belirttikleri eşyalar için daha sonra şirketten para aldılar zannederim. Ben eşyamı aldım deyip bir şey almadım. Ayrıca bir kısım personel Mersinde şirket elbise alın deyince işi abartıp iyi marka elbise aldılar fakat şirket sonra bu paraların bir kısmını kesince morardılar😄😄 .
Neyse sonra personel biz hariç döndü ve biz 1 hafta ksldık sonra döndük . Bu arada gemini çıkarılma işlemi için zannederim İsveç ten gemi kurtama uzmanı sigorta tarafından gönderildi ve birkaç gün beraber bulunduk . Ne tesadüftür ki aynı uzman ile seneler sonra 1983-1997 senesinde Brezilya Amazon Trombetas ta dünya denizcilik Göynük gemisi ile yüklü kalkış esnasında oturduğumuz ve kurtarılmak için 1 ay kaldığımızda kurtarma işlemi için yine sigorta tarafından gönderildiğinde karşılaşıp uzun konuştuk. Saim Sivri kpt da vardı . İstanbul a dönüp evdeyken tam bir ay sonra gece rüyamda ; gemi yatarken devrilen dorse eşeklerinin ve zincirlerin iskeleye kayması sonucu o arada 2. Kpt nın verdiği görevleri yapmaya çalışan yağcı Ahmet kaçmak isterken yan yürüme yollarına atlamış ve bazı yerleri kırılmış fakat o haliyle sonunda dışarı kaçmak zorunda kalmış .
Son ana kadar bsllast tablosunda uğraşan ikinci kaptan da artık dışarı çıkmak için ellerini tablodan çekip hareket ettiğinde o da sancak tarafa kaymış ve üstüne o eşekler ve zincirler gelip herhalde sıkışıp hareketsiz kalmış ve ben kıçtan baktığımda giren sular içeri doğru sürüklemiş’’ ikinci kaptanın aranan cesedini çıktığını gördüm . Hemen dışarda gazetelere baktım evvelki gece cesedin su yüzüne çıkmış olduğunu öğrendim🥲. Bu olaydan sonra 1 seneye yakın her gemide yükleme ve tahliyede gemi biraz fazla yatınca hemen 2. Kpt na koşup gemi durumunu sorar olmuştum.
Baybora nın tam zamanını hatırlamıyorum ama . Gelen uzman ve bizim ekiplerle tüm kaporta ve açıklıkları kaynak ve saclarla kapatılıp sonra etraflarına balon bağlandıktan sonra içindeki suyu pompalarla tahliye ederek yüzdürüp düzeltildiğini öğrendim. Daha sonra Onarım için İstinya tersanesine götürülmüş. Ben takriben bir sene sonra İstinye tersanesinde yeniden inşa ve yapım aşamadında bir kere gemiye gitmiştim. Tabi çok üzücüydü. Tafun kaptana ve yakında vefat eden yağcı arkadaşa ( ne yazık ki ismini şimdi hatırlayamadım ama dz nakl gurubunda son vefat edenden bir önceki arkadaştı ) Allah rahmet eylesin .
Bu arada küçük bir not daha: gemi içine girip baş taraftan inerek atlamak için koştuğumuzda bir an o zaman çok meşhur film aklıma geldi , ve gemi içnde kalırsak nasıl çıkarız diye bir an düşündüm. Ama korkudan gemi genişliği 19 mt ve derinlik 8-9 metre olduğundan son çıkan kpt hanımı ve mk dairesinden sonra çıkan tamirci ve diğer yağcı gibi iskele borda üstünde bile dursak onlar gibi baştan kayıp inebilirdik ama o telaş ve korku ile düşünemedim . Diğerleri rıhtımdan seslenenlerin ikazı ile baca kenarında kalıp sonra inmişler. Ben ve kpt hanımı bir kaç kişi hastaneye kontrol için götürülmeden önce gemiyi acente dönüşünde yatmış halde görüp şaşıran kot Ayhan abi ile birlikte 2. Kpt dan başka içerde kalan kimse olup olmadığını soruşturduk. 1 kişi daha yoktu . Ararken biraz sonra limanda olan diğer gemimize kahvaltıdan sonra kimseye söylemeden gittiğini ve olay öğrenildiğinde biz onu ararken şaşırmış halde gemiye gelirken görünce sorumlu zb tarafından habersiz gittiği için hafifçe fırçalandı.
O günden sınra herkes gemiden limanda dışarı çıkmadan ( o zamanlar ISM yok) en azından zb te veya arkadaşına haber vermenin önemini daha iyi anladı sanırım. Evet bu olayın daha var dediğimdşğer kısmını da azıcık uzun olarak anlattım. Umarım fazla sıkılmamışsınızdır. Esas sebep Trieste de bozuk yükler (ağırlık olarak) yüklenmesi ve bu yüzden gemi balast ve kullanma sularının san taraf boşaltılması . Ayrıca gemi 1 derece yattığında dk da 40 ton suyu diğer tarafa basarak düzeltecek kapasiteli heeling tankların haber vermeden boşaltılması ve bu esnada düzeltme işlemi tankların boş olma sebebi ile yapılamaması . Gemi dizaynı o tankların hiç boşaltılmaması gerektiğinden sadece san taraftan doldurma devresi olmasından kaynaklanmıştır. Tabi üst gv boşaltma için isk asansör yolunu açılma gerekliliği. Bu yüzden san tarafa yatacak olan geminin Ayrıca alt san taraftaki konteynerlerin boşaltma işleminin başlatılmaması gerekirdi . Tabi önce asansör yolu da açılınca heeling tankların da doldurulmalıyfı ama bu kadar ağır yüklerin san tarafa yüklenmesi durumunda gm ve denge hesaplarının ne olmadı gerektiğini ben bilemiyorum. Yapılabilirmiydi ama bir yolu olmalıydı yüklendiğine göre. Önemli bir nokta da gece geldiğimiz de her zaman başlatılan tahliye bir sebeple sabaha kalmıştı. Eğer gece başlasaydı bu durumda belki ölüm oşayı daha fazla olabilirdi
Gemiye katıldığımın ilk seferinde Suriye Tartous limanında yükleme esnasında gemi yine yükten dolayı yatmış ve gemide olan Kpt Ayhan Emiroğlu abi tarafından 2. Kot nın yüklemesi durdurulup heeling tank pompaları ile gemi elle düzeltilip tekrar yükleme devam etmişti. Ayrıca benden önce İlk olay da geminin üst güvertesine Romanyadan aldığı büyük silindirik fabrika tanklarının zannedersem Giresun limanında boşaltılması esnasında yine aşırı yatarken durdurulup gemi düzeltilerek tahliyeye devam edilmiş. İlkini bilmiyorum ama ikinci seferde rahmetli İzmirli 2. Kpt vardı yanılmıyorsam. Onun durumunu bilenler biliyordur . Deniz çağırmış diyeyim . Denize ara verip 7 sene karada ayakkabı satışı yapıp sonra denize dönmüş .
79 yazı staja çıkacağız. Hepimiz 17/18 li yaşlarda genç ve maceraya aç delikanlılarız. Herkes bir tanıdık torpili ile çoğunluğu Deniz Nakliyatta bir kısmı da o dönemin armatörleri olan Koçtuğ/Geden line/sönmez/hayri baran/sohtorik/cerrahgil gibi armatörlerde torpille stajlarını ayarladı ben ve benim gibi 4 arkadaşımada kimsenin gitmek istemediği Basra körfezi Kharg Island a sefer yapan Rauf Bey tankeri kaldı. Liman, ülke görmedik belki ancak denizle ilk tanışmamızda Suveyş kanalını deneyimlemiş olmak da bizim için büyük bir artı oldu.Makina kadrosunu şu an anımsayamıyorum ama Suvari Göbek İlhan, meydancı 2.inci kpt Sarhoş Seco, 2.kpt Fethi Yağız 77 - 3.kpt Eriş Aydın 78. - 4.Kpt da yeni mezun Şekil abimiz Ergun Altınkut 79 idi. Staja her ne kadar morali bozuk başlamış olsak da edinimlerimiz açısından ve her biri birbirinden kaliteli abilerimizden öğrendiklerimizle harika bir staj deneyimi yaşadık.
Yıl 80 olunca bir yıl önceki gibi yine torpili olanlar nakliyatın continant ve amerika gemilerini kaptılar, bize gemi kalmadı. Eniştemin bir arkadaşı "benim bir dostum var, git onunla bir görüş" diye adresi elime verip birine yönlendirdi. Yeniköy de küçük bir home ofis tarzı bir yere gittim.görüşeceğim kişiyi buldum "ben gemide 2/3 aylık bir staj yapmak istiyorum dedim" , o anda yan odadan kısacık gri saçları, güneşten bronzlaşmış teni ile spor giyimli ama bir o kadar şık , fit atletik yapılı biri çıkıverdi. "Gel bakalım" sen diyerek beni yan odaya aldı. Daha önce staja çıkıp çıkmadığımı, seyir vardiyası tutup tutmadığımı, ingilizcemin olup olmadığını filan sordu., Darüşşafakalı olmanın verdiği avantajı ana diline yakın konuştuğum ingilizce ile ilk orada almıştım. Ayaküstü devam eden kısa bir mülakattan sonra ben "Yüksel Akçam, ihtiyar derler bana ama halt ederler 4 güne kalmaz sefere çıkıyorum sende benimle geleceksin. Konuş içerdekilerle herşeyini hazırla gemi izmit körfezinde demirde 3 gün içinde gemide ol" dedi.3 gün nasıl geçti heyecandan bilemedim. İzmite vardığımda bizden bir stajyerin daha olduğunu öğrendim. Alaattin Kurt işlt 83. (Allah selamet versin sevdiğim değer verdiğim bir kardeşim, arkadaşım) . Motora bindim gemiye gidiyorum ilk hüsranı bordaya yaklaşırken yaşadım. Rauf Bey tankeri nden sonra bana onun filikası gibi gözüken çift kasaralı, kasaralar arası kedi köprülü küçük bir tanker. MT Sivas, o zamanlar yakıt işi yapan sonradan Anap il başkanlığı da yapan ve yine sonradan Conrad otelin sahibi olacak olan Erdal Aksoy'un Deniz Nakliyatın çürüğe çıkardığı için aldığı Sivas Tankeri.
Gemiye çıktık gemide Süvari İhtiyar Yüksel gv57, Çarkçıbaşı Cemal Kolçak Mk49 ben ve Alaattin dışında kimse mektepli değil. Güverte de bir Süvari bir de 3.Kpt var astsubay emeklisi 70 li yaşlarda Hulusi Kentmen e benzeyen bir ihtiyar, bir de biz başka zabit yok. Makinada çarkçıbaşı dışında herkes alaylı. Bizim kamaralar baş kasarada, makinacılarınki kıç kasarada. Bana düşen kamara salon salomanje armatör kamarası ama gel görki gemi 45 yapımı her yer saç, ahşap görmen mümkün değil. Yuvarlak küçük lumbuzların hemen dışında tankların hava firar manikaları. Lumbuzu açsan bütün buharlaşan yakıt kokusu kamara nın içinde. Yemek salonu kıç kasarada. Normal şartlarda sorun değil ama kötü hava şartlarında kedi köprüsünden ıslanmadan geçemiyorsun. Köprü üstünde makina ile iletişim borularla. Üflüyorsun aşağıda düdük çalıyor. Duyan kulağını dayıyor, yukarıdan bağırıp boru iletişimi kuruyorsun.. Otopilot yok seyir de dümen hep elde dümenin çapı 1 metre var yok.. Bir tane radar var onun da range 24 mil ve canı isterse çalışıyor istemezse çalışmıyor. Kadro toplandı çıkış kontrolleri yapıldı vira bismillah aldık demiri yol verdik gideceğimiz yer Almanya Emden iç limanda bir yakıt terminali. Tüpraş a 120 oktan jet benzini yükleyeceğiz. 8/12 leri beybaba, 12/4 leri Alaattin ile ben 4/8 leri de astsubay tutuyor. Geminin yolu 8 knot emekliye emekliye gidiyoruz. Marmara bitti Çanakkale boğaz seyri derken Mehmetcik selamlandı egedeyiz. Modern Rauf bey den sonra gerçekten sandala binmiş gibi hissediyordum kendimi. İlk heyecanı ege de yaşadık, öğle suları dümen elde giderken birden kendi kendine sancak alabanda bastı, haldır haldır dönmeye başladık. Hemen boruyu üfle, makinaya dümen alabandada kilitlendi diye haber ver, makinacılar müdahale etsin derken geçen sürede biz bir daire çiziyorduk.
Dar kanallar yada boğaz geçişinde yaşasak aynı olayı 9 oturak çıkacağız karaya. Daha sonra 3/4 günde bir aynı arızayı yapar hale geldi dümen. O sebeple her an alesta vaziyette idik. Mataban geçildiğinde Beybabanın bize güveni oturdu Alaattini 8/12 ye çekti kendisi açığa çıktı. Ancak 24 saat alesta vaziyette elini üstümüzden eksik etmiyor lumbuz vardiyası tutuyor o ayrı. Şansımıza mevsim yaz havalar güzel denizler mutedil Agusta Alger Cabo de Gata derken Gibraltardan çıkıldı, İber yarımadasının altını geçtik kuzeye yönelip biscay körfezine girdik. Aralarda dümen alabanda da kilitlense de yavaş ama keyifli gidiyoruz. Günün en güzel saatleri süvari ile yemekte olduğumuz saatler. Her yemek zamanı bir hikaye, yolcu gemileri geçmişi olduğu için hikaye bol, yakışıklı çapkın ve de yolcu gemisi olunca çoğunlukla da bel altı hikayeler. Anlatım yeteneği ile hikayelerin tadı birleştiğinde dinlemeye doyum olmuyor. Ushant La jument deniz fenerinden sonra trafik seperasyonları ile ingiltere kanalına girip devam edeceğiz. Radar nanemolla oldugu icin astsubayın açmasına izin vermiyordu beybaba, haksız da sayılmazdı zira pek de yatkın değildi elektronik cihazlara. Ben vardiyayı 04 de teslim ederken La jument sancak omuzluktan bordaya doğru iniyordu 1.5/2 saate kadar giriyoruz trafik seperasyonuna diye mevkiyi haritada koydum gösterdim ancak ne mümkün astsubay es geçmiş daha gelmedik diye 4 saat boyunca rotada kalarak trafik sperasyonlarını keserek kuzeye devam etmiş. Sabah Alaattin çıkınca uyanıyor tabi hemen beybaya haber veriyorlar derken hepimiz köprüüstüne. En gerekli zamanda radar da yan çiziyor mu. Mevki tayini yapamıyoruz. Paraketa hesabına göre nerede ise pruvada ingiltere sahilleri görüldü görülecek. Tam sahil silueti kafada belirmeye başladı Radar da "ben çalışacağım artık" dedi mevkii koyduk rotayı tashi ettik bir daha inen trafiği keserek rotaya girmeye çalıştık.
Oysa şimdi lerde ne kolay değil mi her an ve her saniye nokta gibi yerini biliyorsun. O zamanlar yakında kara varsa radar menzilinde ise radar la. veya kesişen kerterizlerle. Okyanus geçişlerinde parakete ile gemiyi yürütüp gün doğumu ve batımında güzel hava bulacağımda net ufuk olacak rasat yapıp mevki koyacam diye uğraşırdık ellerimizden sekstant düşmezdi. Loran C ve RDF dışında yardımcı hiçbirşey yoktu. Onlardan da yine Amerika sahillerine yaklaştıkça faydalanabiliyor duk. İletişim yok gibi idi, fax hiç yoktu. Telsizin saatlerce radyoyu takip ederek aldığı verileri haritaya taşır sinoptik harita çıkarırdık.Teknoloji geliştikçe kolaylıklar arttı. Gemilerle iletişim kolaylaştı. Hava raporları faxla gelmeye başladı, günümüzde ise internetten anında aç haritayı önünde. Basınç merkezleri rüzgarlar hepsi detaylı oh ne rahat.
.
Neyse hikayemize dönelim, ingiltere kanalına girdik ve beybabanın çoğu zamanını köprü üstünde geçirmesi ile.(tide lar ve dover in yoğun trafiği sebebi ile çoğunlukla köprüde idi) nihayetinde Emden e vardık. Yanaştık.Bize 1 hafta yük vermediler. Gemiyi emniyetli bulmadılar. Oradaki yerel dergilere Türkler bu gemi ile nasıl geldi diye konu olduk.. Türkiye den Tüpraştan gelenler oldu, artık ne yapıldı nasıl yapıldı bilmiyorum ama sonrasında yükledik. Orada kaldığımız bir hafta boyunca büyük keyif yaşadık. Günümüzde nasıl bilmiyorum ama o zaman küçük bir üniversite kasabası idi. Gençleri kızları çoktu, biz de o bir hafta boyunca bunun semeresini yedik yemedik desem yalan olur. Ha bizim yerimize Mehmet Çoban abimiz olsa idi bizim on katımızı yaşardı ona da eminim. Hikayenin henüz yarısına geldik asıl can alıcı kısmı Derince ye geri dönüş yolculuğu ama çok uzadı kesin kafanızda şişmiştir, muhtemel bir sürü de yazım yanlışı yapmış olabilirim mazur görün şimdilik bu kadar eğer talep olursa arkası gelecek diyerek çekileyim kenara.(Adı çok geçti meslek hayatımda ihtiyar Yüksel le çok çalıştım. Çok zor bir insandı herkesle kolay anlaşamazdı ama biz baba oğul gibi idik ve ondan çok şey öğrendim. Özel bir insandı. Allah gani gani rahmet eylesin)
Misafir
19 Kas 2024
Şu kişiye cevap veriliyor:
Ben Yüksel Akçam’ın oğluyum. Adım Deniz abimin adı Poyraz sormayın niye bu isimler diye:)) Abim ve ben ABD yaşıyoruz. Anılarınız ve babamı andığınız için size çok teşekkür ederim .
Korean Trader isimli geminin dönüşümlü 2 süvarisi vardı ve sıra ile 3’er 4’er ay çalışırlardı. Asker Hüseyin Öktem kaptan ve rahmetli Yüksel Aysuna ağabey.
Hüseyin Öktem astsubay kökenli olup gerek mesleki manada gerekse İngilizcesi iyi birisi idi. Açıkçası okulluları pek sevmezdi. Ama aynı zamanda disiplinli, işinde ortalamanın oldukça üzerinde birisi olduğunu söylemek yerinde olur.
Birçok okullu ağabeyimizle çalışmış ve bir biçimde kimi sorunlar yaşanmıştı. Kendisi ile çalışmış okullu ağabeylerimiz anımsayacaklardır.
Yüksel ağabey ilginç bir adamdı. Sağ ve sol kanadı yanağından ayrılan gür pos bıyıkları olan, iri yarı ama aynı zamanda kilolu ve gemide gün içinde mayo ile dolaşan bir rahmetli büyüğümüzdü.
Korean Trader’in oldukça karmaşık ve Amerikan donanımı olan bumbaları vardı. Kabaca ablileri “tide” olmadan bumba sağa sola salınıp yapıp aynı zamanda mantilya boştaymış gibi savruluverirdi.
Sevgili rahmetli İlker Güçlü ağabey (GV - 77) 2 inci kaptan ve ben 3 üncü kaptandık.
Günlerden bir gün gemi reisi ile İlker ağabey bumba tellerine ayar yapmaya uğraşıyorlar. Teller dönem dönem “drum” larda bir tarafa yığılabiliyor.
Bu nedenle bumba yarım ay üzerinde emniyete alınıp bir abli boşaltılırken, diğeri sarılarak tel dengesi kuruluyordu kabaca.
Güvertede bende başka bir işle uğraşıyordum. Reisin henüz her iki abliyi tide etmeden bumbayı kaldıracağını görünce (ilker ağabey fark etmedi sanırım) koşarak geldim ambar kapağına çıkıp durdurmaya çalışırken bumba yarım aydan kurtulup İlker ağabey ve benim başımızın üzerinden paralel geçti ve ambar üzerine gümbürtü ile düştü.
Toz duman sonrası ambar kapağı üzerinde minik bir krater çukuru gibi çökme ve bumba da 25-30 derece kadar yamulmuştu.
Yüksel Aysuna ağabey güverteye koşarak geldi. İlker Güçlü ağabey tanıyanlar benden iyi bilirler. Tertemiz, sakin, yumuşak başlı ve dost bir insandı.
Süvari bey, bağırıyor çağırıyordu. Çoluk çocuğun aklı ile mi iş yapılır diye olayın sorumlusu olarak beni sanıyordu.
Yüksel Aysuna bir süre sonra gitti. Kişisel olarak yaşantımdaki en zor günlerden birisiydi. Az önce ölümden dönmüştük. Engellemeye çalıştığım kazanın, suçu üzerime kalmıştı.
İlker ağabey ile başbaşa kaldık. Bu gemide bundan böyle bir liman daha kalmam istifa ediyorum ve gemi limana varınca gidiyorum vs diyordum diyor İlker ağabey ise gönül almaya çalışıyordu.
Bir son cümlesi halen aklımdadır.
“Tepkisel bir karar vermeden önce, güneşin bir kez daha üzerine doğmasına izin ver. Göreceksin ki, olay her ne ise dün olduğu gibi canını yakmayacaktır”.
İlker ağabey herkes tarafından çok sevilen, tatlı ve çalışkan birisi olup birlikte geçen gemi dönemi sonrası sıklıkla görüştüğümüz çok değer verdiğim bir ağabeyim idi. 2 erkek kardeşi de TIP Fak. Mezunu olup o dönemlerde cerrahi ihtisası yapıyorlardı.
Yanılmıyor isem 2000 li yılların başında bir arkadaşı ile satın aldıkları gemiyi teslim almak ve personel donatmak için İskenderun’a gitmiş, pratikten olan kaptanın sorun çıkarması üzerine gemiyi kendisi İstanbul’a getirmeye karar vermişti.
Antalya açıklarında fırtına nedeniyle gemiyi demirlemiş ama gemi sürüklenince tüm personeli sepetle tahliye edip en son kendisi çıkacak iken denizde kaybolmuştur.
En son yaşanan depremde yakınlarının cenazelerini bulamayan insanların yaşadıklarını ve duygularını, sevgili İlker ağabeyin kaybolması vesilesi ile iyi bilirim. Eş ve çocuklar, anne ve babalar için hangi biçimde olursa olsun cenazelerin bulunması ve teslim edilmesi büyük tesellidir. Aksi halde nefes alındığı sürece yaşanan yürek acısı asla soğumamaktadır. Halen yaşadığına ilişkin umut kırıntısı ise insanları kemirmektedir.
Denizlerde yitirdiğimiz insanlar aileleri, çocukları için ekmek parası kazanmak uğruna dünya denizlerinde bayrağımızı gezdirirken kaybettik.
Çok kıymetli ağabeyim 77 güverte mezunu Kaptan İlker Güçlü Aziz hatırası nezdinde tüm deniz şehitlerinin önünde saygı ile eğiliyorum.
Herkese saygı ve sevgilerimle,
Mehmet Galip Kendigelen
NOT: burada adı geçen 3 insan da rahmetli oldular.
87 mezunu zabitan ve 87'den 88'e kalan köle stajerler 😄 "M/V Bursa Ekim 1987 - Atlantik" diye not almışım. Sağdaki 3 yaşındaki bebe, gemi kaptanı Ahmet Üstün Gülbağçalar'ın (Gv.74) oğlu Uğur. Ve şu anda o da kaptan. Sn. Kıvanç ERGÖNÜL - Paylaşımından
Ege oldukça sakindi. Gemi neredeyse hiç sarsılmadan geçti Akdeniz’den de. Çocuklar güle oynaya koşturuyorlardı. Vakit zengini olan kadınlar ise bolca güneşleniyor, sohbet ediyorlardı. Süveyş Kanalı’nı geçip de Kızıldeniz’e girer girmez aksilikler başladı.
https://www.hurriyet.com.tr/kelebek/o-beyaz-anit-meger-turkler-icin-dikilmis-38643952
Mehmet Galip Kendigelen Gv-83
Vaktiyle Martı Denizciliğin OBO sınıfı gemilerinden OBO Deniz’de çalışıyoruz. Bu gemiler o yıllarda ham petrol taşımaları ardından akla ziyan biçimde buğday taşırlardı (çoklukla Continant limanlarından yüklenerek Suudi Arabistan ve diğer körfez ülkelerine). Bu sınıf OBO’lar ortalama 100 bin ve üzeri taşıma kapasiteli 9 ambarlı, klasik ambar kapaklı tipik bir Bulk Carrier’in, akaryakıt tankeri benzetmesi gemilerdi. Yanıcı madde, parlayıcı maddenin asla eksik olmadığı ortamda yangın riski nedeniyle oksijen olmaması hedeflenir. Ancak 9 ambarlı bulk carrier vasıfları nedeniyle ve özellikle ham petrol taşımaları sonras ne kadar ‘’inert gas’’ basarsanız ambar kapak kenarı sızıntıları nedeniyle sürekli risk barındırırdı. Malum çoğu ambar su testinden geçemezken akıl dışı bir hava - gaz sızıntısı engelleme mücadelesi sürerdi.
Ham petrol yük tipi itibariyle işlenmemiş katı bir yakıt olduğundan içeriğinde bir sürü hafif patlayıcı gazlar ile havadan ağır türde bir sürü gaz cinsini barındırır ve fiziki olarak da parafin artıkları ve bulamaç hali ile ambar bulk head’ları, side’lere yapışırdı. Hadi patlatmadan gas free yaptınız sıra gelirdi ambar temizliğine bu kısmını hiç anlatmayayım. Cephede savaş hali gibiydi.
Gemiyi yıkadınız ambarları denetimden geçirdiniz ve devamında yükü de aldınız. Geminin aslen bir tanker olduğu unutulur ve bulk carrier haline bürünürdü. En tehlikelisi de budur. Bu gemiler en çok ham petrol yüklemedikleri zamanlarda patlamışlardır. Öyle ki, ham petrol veya diğer petrol taşımalarının artık veya gazları kimi bölme, cofferdam, irili ufaklı tank vs’ye sızmıştır ve siz bulk carrier hali ile gemide kaynak, tamir bakım işlerine ağırlık verince umulmadık, hesaplanmadık bir yerden patlama ile yüzleşebilirdiniz.
NOT: bu kadar uzun OBO anlattım. Benden büyük ve deneyimli, ötesinde daha genç olduğu halde çok daha bilgili, donanımlı meslekdaşlarım olduğunu tahmin ediyor ve biliyorum. Sadece lafı geçmişken OBO ları duyup ama artık ticaretten kaldırıldığı için bilemeyen gençler için paylaştım.
Bir dönem OBO Deniz gemisindeyiz ve Kumkapı’da demirde tamir haliyiz. Gemiye başta Tuncer Kayıkçı, Bekir Emiral ve Haldun Dinçel ağabeyler ile 40 civarı kaynakçı ve diğer tamir ekipleri doluşurdu. Rutin saatlerle servis yapan personel ve taşeron motorları ile malzeme taşıyan ikmal motorlarının biri gelir birisi giderdi. Sanki mangal için rezerv edilmiş bir piknik alanında gibi geminin muhtelif yerlerinden dumanlar, ışıltılar eksik olmazdı. Gemi bir anlamda göz yoran ve anlamsız gürültüleri ile Hindistan’da bir Pazar yeri karmaşasını andırırdı.
OBO ların 5 numaralı yani ortada olan ambarlarının üzerinde ikmal için basit bir bumbaları vardı. Günlerden bir gün reis karşımda bir iş dağılımı yapıyorum bir şeyler anlatıyoruz sanırım. Reis bir anda süvari bey dedi ve kaçtı. Bende refleks olarak öne doğru hamle yaptım ama hani koşu başlarken depar yapan koşucu gibi sağ bacağım arkamda kalmış. 5 nolu ambar kapağı üzerinde üst üste yığılmış 3X6m ve 8mm kalınlığındaki saç plakalardan birkaçı meğerse kaymış ve bir frizbi gibi güverteyi tarayarak denize uçtular. Reisin panikle kaçması ve uyarması ile bende vücudumu ileri atmasa idim ihtimal ki bel hizasından beni biçecekmiş. Arkada kalan bacağıma gelince ona sıyırma ile vurma arasında gitmiş. Üzerimde tulum vardı. Tulumun sağ bacağıma denk gelen dış yan kısmı dizkapağı hizasından yanlamasına ve aşağı doğru 15-20 cm kadar düzgün bir yırtık vardı. Millet koşuştu ve tulum sıyrıldı ki kırmızı et, beyaz yağ dokusu, damara benzeyen bir kısmı duran bir kısmı yırtık yapı ve kemik görünüyor (umarım bu kadar detaylı anlatınca okuyan rahatsız olmaz). Ama olmayan tek şey acı. Nedense, hiç acı hissi anımsamıyorum. Yaşam mahalline doğru yürüyoruz normal yürüyünce yara açılıp kapanıyordu elimle bastırıp topallama gibi geldik. Sanki kalp atışını andırır gibi belli aralıklarda kan atıyordu yaradan. Meğerse toplar damar kesilmelerinde böyle olurmuş. Revize oturttular. Gemide bir telaş ve karşımızda kıyıda malum Samatya Devlet Hastanesi ve Cerrahpaşa var. Kimisi hızla bölgedeki ve diğer servis motorlarını arıyor.
Eşimden duyduğum, öğrendiğim kadarıyla insanlar vücut kütlesine bağlı olarak kabaca 1,5 litre kadar kan kaybederlerse beyin kansız kalıyor ve şoka giriyor. O anlarda bütün derdim güvertede kan gitti revirde de sızıp duruyor ve ne kadar zamanım kaldı belli değil!
O sırada aklıma geldi yahu eşim kamarada çocukla ona haber etsenize dedim. Zaten artık hastaneye yetiştirilecek zaman da kalmamıştı. Haber ettiler kucağında oğlum ile koşarak geldi ve oğlumu Bekir Emiral ağabeyin kucağına tutuşturdu. Anında sandalyeyi devirin dedi ve bacak havaya kaldırıldı. Kan durdu gibi oldu iyi mi? O ana kadar boşu boşuna akıp gitmiş. Neyse gemide olan kat küt vs ile dikti.
Bekir ağabey yufka yürekli naif adam. Kanı gördükçe ve eşim dikerken 2 defa sallandı zor ayakta durdu. Eğer bu yazıyı okursa mutlaka bir şeyler eklesin isterim.
Bu arada gemide işler durur mu bende dahil becerebildiğimizce günlük işlere devam ediyoruz. Dönem arkadaşım müh. Öner Çelik de gemide ve kan, yara görmekten içi çıkıyor. Ben her çay molasında sargı bezi yanından açarak yarayı ona gösterince çayını bırakıp kaçıp gidiyordu. Beni görünce de salona girmiyordu.
Gelin görün ki, Jeneratör bakımı yapıyorlar ve hava hortumu ile jeneratöre hava basıyorlarmış (bu nedir bilmiyorum) benim kazadan tam 2 dün sonra Öner de eğilip kontrol ederken hava musluğu yerinden kurtuluyor ve yandan alt çenesine vurmuş. Alt çene tam orta yerinden kırılarak sağdan sola doğru birkaç cm kaymıştı. Onu Samatya Devlet Hastanesine götürdük ve çenesi ameliyat edilerek tellerle dikilmişti. Öner ve ben sefere devam ettik ve uzun süre sıvı ile beslenmek zorunda kalmıştı.
Sevgili Bekir ve Tuncer Kayıkçı ağabeyler bu 2 olayın en canlı tanıklarıdırlar.
Bazen eş dost sohbetlerinde çok da marifetmiş gibi bu yaradan ve son derece kötü dikiş (eşim duymasın) nedeniyle kalan izi açar gösteririm.
Halen denizde olan ve karadaki tüm denizci büyüklerim ve küçüklerime kazasız belasız günler dilerim.
Saygılarımla,
Engin Celayer . Mk 74
BAYBORA
Trieste kalkışındaki mecburi yükleme nin dengesiz yüklenmesi sonucu , 2.kpt kalkışta gemiyi düzeltmek için sancak ballast ve tatlı sularını bastıktan sonra yetmediğinden her 2 heeling tankını da basmış ve tonajı ayarlamış . Mersin varışında gece tahliye yapılmayıp sabah erken başlandı. Önce kıç ve iskele taraftaki tır ve dorseler asansöre kadar çıkarılmıştı. Üst kat sancak taraf 1. -2. Line boş 3. Line da 3 adet siyah Kıbrıs için mersedes araba ve diğer line lar doluydu. Sebep orta katta full ağır borular yüklüydü. Alt iskele kat asansör için boşaltıldığında gemi yatmaya başlamıştı .
Mk dairesinde dışardan gelen okul mezunu tamir ekibi mk ci abi ile dg ana şalterini söküp tamir etmekte olan ben dairesinden 2. Kot nın heeling basmıyor diye haber vermesi ile çıkıp beraber kontrol ettik . San dan iskeleye bastı beraberce kontrol edip çalıştığını gördük. Fakat sancağa giren suyu basıyordu iskeleye. İskeleye aynı zamanda dışardan dolduruyormuş onu boşalttığını sonradan öğrendim .
Heelingler Sadece sancaktan doluyor . Tabi sancakta su eksilmiyordu. .mk dairesinde çalışmaya devam ederken gemini daha yattığını farkedince tekrar yukarı çıktım . O sırada iskele asansöre kadar boşalmış olan lie haricinde san tarafa konteyneri tepeden kavrayıp kaldırmak için ikinci sıra olarak büyük bir forkliftin girmiş olduğunu gördüm ve hala heeling tablosu başında uğraşmakta olan Tayfun kaptana : forklift operatörüne söyle işi bırakıp derhal forkliftinboş olan iskelentarafına geçirmesini söylemesini istedim ve peşinden ben de adama gv den bağırıp iskeleye gel diye seslendim. Adam bir an durakladı fakat o sırada rampa dışından gelen bir arkadaşı operatöre bağırarak gemini batacağını söyleyip bırak dışarı kaç diye söyledi çok ses olmasına rağmen operatör forklifti çalışır bırakıp indi ve dışarı kaçtılar .
Gemi ağır ağır yatmaya devam ediyordu. Yapacak bir şey yoktu. Tayfun kapt hala tablo başında uğraşıyordu fakat san tanka aldığını iskeleye transfer ettiğinden gemi düzelemiyor ve yan yatmaya devam ediyordu. Bu sırada tablo yanındaki merdivenlerden gemi personeli de aşağıya inmeye başlamıştı.
Ben hızla kamaradaki evraklarımı ve şahsi eşyalarımdan alabileceklerimi almak için merdivenlere atıldığımda girişte bulunan yağ dolayısıyla kayarak ayağımı burktum ve ses geldi sonra kalkıp merdivenlere yan yan tutunup kedi köprüsüne kadar 3 kat çıktımsonra kedi köprüsünden başa giderken son kalan yağcı yı don gömlek önümde korkmuş görünce ( vardiyadan çıkıştan sonra kahvaltı edip yeni yatmış) bağırarak başa doğru gitmesini ( sahilden son kalan bizler için denizden sandal geldiğini uyardılar) söyledim ve ilerledik . O arada üst gv de isk ilk 3 sıradaki konteynerlerin zincirlerini çatır çatır kopma seslerini duydum ve konteyneler kayarak 4 sıradaki mercedesleri sancağa yapıştımışlar.
Bir merdiven üste filika gv çıkıp isk taraftan içeri girdik . Yağcı ( ismini hatırlayamadım ama çok yakında vefat ettiğini öğrendim) kapıdan girip az kayarak baş orta kapıdan tutunup benim gelmemi bekledi. ben de ayağımı içeri atınca yağlandığından sancaktan iskeleye kadar kaydım ve duvara vurdum . Kalkıp kollara tutunarak orta kapıya dönüp 3 merdiven aşağıya yamuk vaziyette indik yağcı baş taraftan sancağa kayıp denize atladı ve motora çektiler bende kaydım ve san küpeşteye çıktık ayağımın kırıldığını zannedip motoru çağırdım zorla altına geldi 4-5 metre kalan yüksekten atladım burkulu ayağım motorun baş kısmına bastı diğer ayağım denize giderken motor armuzuna sıyırdı ve kolumdan tutup çektiler hemen dilo başına gittik
Orda merdivenlerden çıktık gemiye baktığımda baş ve kıç halatların babada kaydığı ve kopmadığını gördüm. Kıç tarafa yürüdüm herkes toplanmışt . Rampa ya giderek baktığımda san taraf kısmında içeri su girmeye başlamıştı. Beni geri çektiler. O arada 2. Kot içerde kaldığını söylediler boşandım ve tutamadım kendimi . Kısa zaman sonra sabah erken acenteye gitmiş olan gemi kpt Ayhan Emiroğlu hızla acenteden geldi. Benden sonra içerde olan kpt nın hanımı ve aşağıdan çıkan ve ikinci kpt nın emriyle içerde iş yapan yeni 19 yaşındaki yağcı içerde birkaç kez düşmesine rağmen kapt hanımı ile kedi gv baca yanında buluşup sahildekilerin yönetmesi ile bekleyip hanım gemi yatınca isk taraf yüzeyine geçip başa yürümüşve baş eğiminden kayarak başka motora çıkmış yağcı ise yüzeyden denize atlamış ve çıkmış. Sonradan hastanede hatırlayamadığım kadar kemiğinin kırılmış olduğunu öğrendik
Gemi yattıktan sonra 1 hafta orda kalıp savcılık işlemlerini tamamladık kaptan ben beraber . İki gün sonra savcılıktan izin alıp bütün personel motorla gemiye miyar yanından köprü üstü önündeki koruma demirlerini merdiven olarak kullanıp iskele taraf üstüne çıktık iskele taraf mk personel kamara lumbuzlarını kırarak herkes içeri atladı. Ben de kendi kamarama atladım ve kamara kapısını hafif aralayıp yandaki 2. Müh kamarası nın yarısına kadar giren suyu gördüm ve kamara kapısını da aralayıp o kamaraya da baktım. Orada san tarafta aynı yerde olan ikinci kpt nın kızına almış olduğu oyuncak ayının aradaki 3. Lerin kamara duvarlarının giren sudan dolayı patlamasıyla ta yan kamarama gelmiş olduğunu gördüm🥲. Sonra kapıyı kapatıp , geceden otelde gemi yattığında elbise ve malzemelerin ne şekilde bulacağımı düşündüğümden , yatık vaziyette açılan , düşen dolap Kapaklarının içinden tüm eşyalarımı bavuluma koyup kırık lumbuzdan dışarı çektirdim . Diğer iskele mk personeli de kendi odalarındaki eşyalarını aldılar .
Geminin köprüüstü arka tarafında olan kaptan kamarasının da tarıya kadarı suyla dolmuş olduğundan kpt nın eşyalarının da bildiğim kadarı ile yarısını aldı ve aynı yoldan ip halatlarla indirip döndük . Ama ben hariç bütün gemi personeli bütün eşyalarımız kayboldu diye şirkete bildirip personel listesinde belirttikleri eşyalar için daha sonra şirketten para aldılar zannederim. Ben eşyamı aldım deyip bir şey almadım. Ayrıca bir kısım personel Mersinde şirket elbise alın deyince işi abartıp iyi marka elbise aldılar fakat şirket sonra bu paraların bir kısmını kesince morardılar😄😄 .
Neyse sonra personel biz hariç döndü ve biz 1 hafta ksldık sonra döndük . Bu arada gemini çıkarılma işlemi için zannederim İsveç ten gemi kurtama uzmanı sigorta tarafından gönderildi ve birkaç gün beraber bulunduk . Ne tesadüftür ki aynı uzman ile seneler sonra 1983-1997 senesinde Brezilya Amazon Trombetas ta dünya denizcilik Göynük gemisi ile yüklü kalkış esnasında oturduğumuz ve kurtarılmak için 1 ay kaldığımızda kurtarma işlemi için yine sigorta tarafından gönderildiğinde karşılaşıp uzun konuştuk. Saim Sivri kpt da vardı . İstanbul a dönüp evdeyken tam bir ay sonra gece rüyamda ; gemi yatarken devrilen dorse eşeklerinin ve zincirlerin iskeleye kayması sonucu o arada 2. Kpt nın verdiği görevleri yapmaya çalışan yağcı Ahmet kaçmak isterken yan yürüme yollarına atlamış ve bazı yerleri kırılmış fakat o haliyle sonunda dışarı kaçmak zorunda kalmış .
Son ana kadar bsllast tablosunda uğraşan ikinci kaptan da artık dışarı çıkmak için ellerini tablodan çekip hareket ettiğinde o da sancak tarafa kaymış ve üstüne o eşekler ve zincirler gelip herhalde sıkışıp hareketsiz kalmış ve ben kıçtan baktığımda giren sular içeri doğru sürüklemiş’’ ikinci kaptanın aranan cesedini çıktığını gördüm . Hemen dışarda gazetelere baktım evvelki gece cesedin su yüzüne çıkmış olduğunu öğrendim🥲. Bu olaydan sonra 1 seneye yakın her gemide yükleme ve tahliyede gemi biraz fazla yatınca hemen 2. Kpt na koşup gemi durumunu sorar olmuştum.
Baybora nın tam zamanını hatırlamıyorum ama . Gelen uzman ve bizim ekiplerle tüm kaporta ve açıklıkları kaynak ve saclarla kapatılıp sonra etraflarına balon bağlandıktan sonra içindeki suyu pompalarla tahliye ederek yüzdürüp düzeltildiğini öğrendim. Daha sonra Onarım için İstinya tersanesine götürülmüş. Ben takriben bir sene sonra İstinye tersanesinde yeniden inşa ve yapım aşamadında bir kere gemiye gitmiştim. Tabi çok üzücüydü. Tafun kaptana ve yakında vefat eden yağcı arkadaşa ( ne yazık ki ismini şimdi hatırlayamadım ama dz nakl gurubunda son vefat edenden bir önceki arkadaştı ) Allah rahmet eylesin .
Bu arada küçük bir not daha: gemi içine girip baş taraftan inerek atlamak için koştuğumuzda bir an o zaman çok meşhur film aklıma geldi , ve gemi içnde kalırsak nasıl çıkarız diye bir an düşündüm. Ama korkudan gemi genişliği 19 mt ve derinlik 8-9 metre olduğundan son çıkan kpt hanımı ve mk dairesinden sonra çıkan tamirci ve diğer yağcı gibi iskele borda üstünde bile dursak onlar gibi baştan kayıp inebilirdik ama o telaş ve korku ile düşünemedim . Diğerleri rıhtımdan seslenenlerin ikazı ile baca kenarında kalıp sonra inmişler. Ben ve kpt hanımı bir kaç kişi hastaneye kontrol için götürülmeden önce gemiyi acente dönüşünde yatmış halde görüp şaşıran kot Ayhan abi ile birlikte 2. Kpt dan başka içerde kalan kimse olup olmadığını soruşturduk. 1 kişi daha yoktu . Ararken biraz sonra limanda olan diğer gemimize kahvaltıdan sonra kimseye söylemeden gittiğini ve olay öğrenildiğinde biz onu ararken şaşırmış halde gemiye gelirken görünce sorumlu zb tarafından habersiz gittiği için hafifçe fırçalandı.
O günden sınra herkes gemiden limanda dışarı çıkmadan ( o zamanlar ISM yok) en azından zb te veya arkadaşına haber vermenin önemini daha iyi anladı sanırım. Evet bu olayın daha var dediğimdşğer kısmını da azıcık uzun olarak anlattım. Umarım fazla sıkılmamışsınızdır. Esas sebep Trieste de bozuk yükler (ağırlık olarak) yüklenmesi ve bu yüzden gemi balast ve kullanma sularının san taraf boşaltılması . Ayrıca gemi 1 derece yattığında dk da 40 ton suyu diğer tarafa basarak düzeltecek kapasiteli heeling tankların haber vermeden boşaltılması ve bu esnada düzeltme işlemi tankların boş olma sebebi ile yapılamaması . Gemi dizaynı o tankların hiç boşaltılmaması gerektiğinden sadece san taraftan doldurma devresi olmasından kaynaklanmıştır. Tabi üst gv boşaltma için isk asansör yolunu açılma gerekliliği. Bu yüzden san tarafa yatacak olan geminin Ayrıca alt san taraftaki konteynerlerin boşaltma işleminin başlatılmaması gerekirdi . Tabi önce asansör yolu da açılınca heeling tankların da doldurulmalıyfı ama bu kadar ağır yüklerin san tarafa yüklenmesi durumunda gm ve denge hesaplarının ne olmadı gerektiğini ben bilemiyorum. Yapılabilirmiydi ama bir yolu olmalıydı yüklendiğine göre. Önemli bir nokta da gece geldiğimiz de her zaman başlatılan tahliye bir sebeple sabaha kalmıştı. Eğer gece başlasaydı bu durumda belki ölüm oşayı daha fazla olabilirdi
Gemiye katıldığımın ilk seferinde Suriye Tartous limanında yükleme esnasında gemi yine yükten dolayı yatmış ve gemide olan Kpt Ayhan Emiroğlu abi tarafından 2. Kot nın yüklemesi durdurulup heeling tank pompaları ile gemi elle düzeltilip tekrar yükleme devam etmişti. Ayrıca benden önce İlk olay da geminin üst güvertesine Romanyadan aldığı büyük silindirik fabrika tanklarının zannedersem Giresun limanında boşaltılması esnasında yine aşırı yatarken durdurulup gemi düzeltilerek tahliyeye devam edilmiş. İlkini bilmiyorum ama ikinci seferde rahmetli İzmirli 2. Kpt vardı yanılmıyorsam. Onun durumunu bilenler biliyordur . Deniz çağırmış diyeyim . Denize ara verip 7 sene karada ayakkabı satışı yapıp sonra denize dönmüş .
Uygun Beyazo GV82
79 yazı staja çıkacağız. Hepimiz 17/18 li yaşlarda genç ve maceraya aç delikanlılarız. Herkes bir tanıdık torpili ile çoğunluğu Deniz Nakliyatta bir kısmı da o dönemin armatörleri olan Koçtuğ/Geden line/sönmez/hayri baran/sohtorik/cerrahgil gibi armatörlerde torpille stajlarını ayarladı ben ve benim gibi 4 arkadaşımada kimsenin gitmek istemediği Basra körfezi Kharg Island a sefer yapan Rauf Bey tankeri kaldı. Liman, ülke görmedik belki ancak denizle ilk tanışmamızda Suveyş kanalını deneyimlemiş olmak da bizim için büyük bir artı oldu.Makina kadrosunu şu an anımsayamıyorum ama Suvari Göbek İlhan, meydancı 2.inci kpt Sarhoş Seco, 2.kpt Fethi Yağız 77 - 3.kpt Eriş Aydın 78. - 4.Kpt da yeni mezun Şekil abimiz Ergun Altınkut 79 idi. Staja her ne kadar morali bozuk başlamış olsak da edinimlerimiz açısından ve her biri birbirinden kaliteli abilerimizden öğrendiklerimizle harika bir staj deneyimi yaşadık.
Yıl 80 olunca bir yıl önceki gibi yine torpili olanlar nakliyatın continant ve amerika gemilerini kaptılar, bize gemi kalmadı. Eniştemin bir arkadaşı "benim bir dostum var, git onunla bir görüş" diye adresi elime verip birine yönlendirdi. Yeniköy de küçük bir home ofis tarzı bir yere gittim.görüşeceğim kişiyi buldum "ben gemide 2/3 aylık bir staj yapmak istiyorum dedim" , o anda yan odadan kısacık gri saçları, güneşten bronzlaşmış teni ile spor giyimli ama bir o kadar şık , fit atletik yapılı biri çıkıverdi. "Gel bakalım" sen diyerek beni yan odaya aldı. Daha önce staja çıkıp çıkmadığımı, seyir vardiyası tutup tutmadığımı, ingilizcemin olup olmadığını filan sordu., Darüşşafakalı olmanın verdiği avantajı ana diline yakın konuştuğum ingilizce ile ilk orada almıştım. Ayaküstü devam eden kısa bir mülakattan sonra ben "Yüksel Akçam, ihtiyar derler bana ama halt ederler 4 güne kalmaz sefere çıkıyorum sende benimle geleceksin. Konuş içerdekilerle herşeyini hazırla gemi izmit körfezinde demirde 3 gün içinde gemide ol" dedi.3 gün nasıl geçti heyecandan bilemedim. İzmite vardığımda bizden bir stajyerin daha olduğunu öğrendim. Alaattin Kurt işlt 83. (Allah selamet versin sevdiğim değer verdiğim bir kardeşim, arkadaşım) . Motora bindim gemiye gidiyorum ilk hüsranı bordaya yaklaşırken yaşadım. Rauf Bey tankeri nden sonra bana onun filikası gibi gözüken çift kasaralı, kasaralar arası kedi köprülü küçük bir tanker. MT Sivas, o zamanlar yakıt işi yapan sonradan Anap il başkanlığı da yapan ve yine sonradan Conrad otelin sahibi olacak olan Erdal Aksoy'un Deniz Nakliyatın çürüğe çıkardığı için aldığı Sivas Tankeri.
Gemiye çıktık gemide Süvari İhtiyar Yüksel gv57, Çarkçıbaşı Cemal Kolçak Mk49 ben ve Alaattin dışında kimse mektepli değil. Güverte de bir Süvari bir de 3.Kpt var astsubay emeklisi 70 li yaşlarda Hulusi Kentmen e benzeyen bir ihtiyar, bir de biz başka zabit yok. Makinada çarkçıbaşı dışında herkes alaylı. Bizim kamaralar baş kasarada, makinacılarınki kıç kasarada. Bana düşen kamara salon salomanje armatör kamarası ama gel görki gemi 45 yapımı her yer saç, ahşap görmen mümkün değil. Yuvarlak küçük lumbuzların hemen dışında tankların hava firar manikaları. Lumbuzu açsan bütün buharlaşan yakıt kokusu kamara nın içinde. Yemek salonu kıç kasarada. Normal şartlarda sorun değil ama kötü hava şartlarında kedi köprüsünden ıslanmadan geçemiyorsun. Köprü üstünde makina ile iletişim borularla. Üflüyorsun aşağıda düdük çalıyor. Duyan kulağını dayıyor, yukarıdan bağırıp boru iletişimi kuruyorsun.. Otopilot yok seyir de dümen hep elde dümenin çapı 1 metre var yok.. Bir tane radar var onun da range 24 mil ve canı isterse çalışıyor istemezse çalışmıyor. Kadro toplandı çıkış kontrolleri yapıldı vira bismillah aldık demiri yol verdik gideceğimiz yer Almanya Emden iç limanda bir yakıt terminali. Tüpraş a 120 oktan jet benzini yükleyeceğiz. 8/12 leri beybaba, 12/4 leri Alaattin ile ben 4/8 leri de astsubay tutuyor. Geminin yolu 8 knot emekliye emekliye gidiyoruz. Marmara bitti Çanakkale boğaz seyri derken Mehmetcik selamlandı egedeyiz. Modern Rauf bey den sonra gerçekten sandala binmiş gibi hissediyordum kendimi. İlk heyecanı ege de yaşadık, öğle suları dümen elde giderken birden kendi kendine sancak alabanda bastı, haldır haldır dönmeye başladık. Hemen boruyu üfle, makinaya dümen alabandada kilitlendi diye haber ver, makinacılar müdahale etsin derken geçen sürede biz bir daire çiziyorduk.
Dar kanallar yada boğaz geçişinde yaşasak aynı olayı 9 oturak çıkacağız karaya. Daha sonra 3/4 günde bir aynı arızayı yapar hale geldi dümen. O sebeple her an alesta vaziyette idik. Mataban geçildiğinde Beybabanın bize güveni oturdu Alaattini 8/12 ye çekti kendisi açığa çıktı. Ancak 24 saat alesta vaziyette elini üstümüzden eksik etmiyor lumbuz vardiyası tutuyor o ayrı. Şansımıza mevsim yaz havalar güzel denizler mutedil Agusta Alger Cabo de Gata derken Gibraltardan çıkıldı, İber yarımadasının altını geçtik kuzeye yönelip biscay körfezine girdik. Aralarda dümen alabanda da kilitlense de yavaş ama keyifli gidiyoruz. Günün en güzel saatleri süvari ile yemekte olduğumuz saatler. Her yemek zamanı bir hikaye, yolcu gemileri geçmişi olduğu için hikaye bol, yakışıklı çapkın ve de yolcu gemisi olunca çoğunlukla da bel altı hikayeler. Anlatım yeteneği ile hikayelerin tadı birleştiğinde dinlemeye doyum olmuyor. Ushant La jument deniz fenerinden sonra trafik seperasyonları ile ingiltere kanalına girip devam edeceğiz. Radar nanemolla oldugu icin astsubayın açmasına izin vermiyordu beybaba, haksız da sayılmazdı zira pek de yatkın değildi elektronik cihazlara. Ben vardiyayı 04 de teslim ederken La jument sancak omuzluktan bordaya doğru iniyordu 1.5/2 saate kadar giriyoruz trafik seperasyonuna diye mevkiyi haritada koydum gösterdim ancak ne mümkün astsubay es geçmiş daha gelmedik diye 4 saat boyunca rotada kalarak trafik sperasyonlarını keserek kuzeye devam etmiş. Sabah Alaattin çıkınca uyanıyor tabi hemen beybaya haber veriyorlar derken hepimiz köprüüstüne. En gerekli zamanda radar da yan çiziyor mu. Mevki tayini yapamıyoruz. Paraketa hesabına göre nerede ise pruvada ingiltere sahilleri görüldü görülecek. Tam sahil silueti kafada belirmeye başladı Radar da "ben çalışacağım artık" dedi mevkii koyduk rotayı tashi ettik bir daha inen trafiği keserek rotaya girmeye çalıştık.
Oysa şimdi lerde ne kolay değil mi her an ve her saniye nokta gibi yerini biliyorsun. O zamanlar yakında kara varsa radar menzilinde ise radar la. veya kesişen kerterizlerle. Okyanus geçişlerinde parakete ile gemiyi yürütüp gün doğumu ve batımında güzel hava bulacağımda net ufuk olacak rasat yapıp mevki koyacam diye uğraşırdık ellerimizden sekstant düşmezdi. Loran C ve RDF dışında yardımcı hiçbirşey yoktu. Onlardan da yine Amerika sahillerine yaklaştıkça faydalanabiliyor duk. İletişim yok gibi idi, fax hiç yoktu. Telsizin saatlerce radyoyu takip ederek aldığı verileri haritaya taşır sinoptik harita çıkarırdık.Teknoloji geliştikçe kolaylıklar arttı. Gemilerle iletişim kolaylaştı. Hava raporları faxla gelmeye başladı, günümüzde ise internetten anında aç haritayı önünde. Basınç merkezleri rüzgarlar hepsi detaylı oh ne rahat.
.
Neyse hikayemize dönelim, ingiltere kanalına girdik ve beybabanın çoğu zamanını köprü üstünde geçirmesi ile.(tide lar ve dover in yoğun trafiği sebebi ile çoğunlukla köprüde idi) nihayetinde Emden e vardık. Yanaştık.Bize 1 hafta yük vermediler. Gemiyi emniyetli bulmadılar. Oradaki yerel dergilere Türkler bu gemi ile nasıl geldi diye konu olduk.. Türkiye den Tüpraştan gelenler oldu, artık ne yapıldı nasıl yapıldı bilmiyorum ama sonrasında yükledik. Orada kaldığımız bir hafta boyunca büyük keyif yaşadık. Günümüzde nasıl bilmiyorum ama o zaman küçük bir üniversite kasabası idi. Gençleri kızları çoktu, biz de o bir hafta boyunca bunun semeresini yedik yemedik desem yalan olur. Ha bizim yerimize Mehmet Çoban abimiz olsa idi bizim on katımızı yaşardı ona da eminim. Hikayenin henüz yarısına geldik asıl can alıcı kısmı Derince ye geri dönüş yolculuğu ama çok uzadı kesin kafanızda şişmiştir, muhtemel bir sürü de yazım yanlışı yapmış olabilirim mazur görün şimdilik bu kadar eğer talep olursa arkası gelecek diyerek çekileyim kenara.(Adı çok geçti meslek hayatımda ihtiyar Yüksel le çok çalıştım. Çok zor bir insandı herkesle kolay anlaşamazdı ama biz baba oğul gibi idik ve ondan çok şey öğrendim. Özel bir insandı. Allah gani gani rahmet eylesin)
Galip Kendigelen - Gv.3
Uzun bir süre Ofer Brothers gemilerinde çalıştık.
Korean Trader isimli geminin dönüşümlü 2 süvarisi vardı ve sıra ile 3’er 4’er ay çalışırlardı. Asker Hüseyin Öktem kaptan ve rahmetli Yüksel Aysuna ağabey.
Hüseyin Öktem astsubay kökenli olup gerek mesleki manada gerekse İngilizcesi iyi birisi idi. Açıkçası okulluları pek sevmezdi. Ama aynı zamanda disiplinli, işinde ortalamanın oldukça üzerinde birisi olduğunu söylemek yerinde olur.
Birçok okullu ağabeyimizle çalışmış ve bir biçimde kimi sorunlar yaşanmıştı. Kendisi ile çalışmış okullu ağabeylerimiz anımsayacaklardır.
Yüksel ağabey ilginç bir adamdı. Sağ ve sol kanadı yanağından ayrılan gür pos bıyıkları olan, iri yarı ama aynı zamanda kilolu ve gemide gün içinde mayo ile dolaşan bir rahmetli büyüğümüzdü.
Korean Trader’in oldukça karmaşık ve Amerikan donanımı olan bumbaları vardı. Kabaca ablileri “tide” olmadan bumba sağa sola salınıp yapıp aynı zamanda mantilya boştaymış gibi savruluverirdi.
Sevgili rahmetli İlker Güçlü ağabey (GV - 77) 2 inci kaptan ve ben 3 üncü kaptandık.
Günlerden bir gün gemi reisi ile İlker ağabey bumba tellerine ayar yapmaya uğraşıyorlar. Teller dönem dönem “drum” larda bir tarafa yığılabiliyor.
Bu nedenle bumba yarım ay üzerinde emniyete alınıp bir abli boşaltılırken, diğeri sarılarak tel dengesi kuruluyordu kabaca.
Güvertede bende başka bir işle uğraşıyordum. Reisin henüz her iki abliyi tide etmeden bumbayı kaldıracağını görünce (ilker ağabey fark etmedi sanırım) koşarak geldim ambar kapağına çıkıp durdurmaya çalışırken bumba yarım aydan kurtulup İlker ağabey ve benim başımızın üzerinden paralel geçti ve ambar üzerine gümbürtü ile düştü.
Toz duman sonrası ambar kapağı üzerinde minik bir krater çukuru gibi çökme ve bumba da 25-30 derece kadar yamulmuştu.
Yüksel Aysuna ağabey güverteye koşarak geldi. İlker Güçlü ağabey tanıyanlar benden iyi bilirler. Tertemiz, sakin, yumuşak başlı ve dost bir insandı.
Süvari bey, bağırıyor çağırıyordu. Çoluk çocuğun aklı ile mi iş yapılır diye olayın sorumlusu olarak beni sanıyordu.
Yüksel Aysuna bir süre sonra gitti. Kişisel olarak yaşantımdaki en zor günlerden birisiydi. Az önce ölümden dönmüştük. Engellemeye çalıştığım kazanın, suçu üzerime kalmıştı.
İlker ağabey ile başbaşa kaldık. Bu gemide bundan böyle bir liman daha kalmam istifa ediyorum ve gemi limana varınca gidiyorum vs diyordum diyor İlker ağabey ise gönül almaya çalışıyordu.
Bir son cümlesi halen aklımdadır.
“Tepkisel bir karar vermeden önce, güneşin bir kez daha üzerine doğmasına izin ver. Göreceksin ki, olay her ne ise dün olduğu gibi canını yakmayacaktır”.
İlker ağabey herkes tarafından çok sevilen, tatlı ve çalışkan birisi olup birlikte geçen gemi dönemi sonrası sıklıkla görüştüğümüz çok değer verdiğim bir ağabeyim idi. 2 erkek kardeşi de TIP Fak. Mezunu olup o dönemlerde cerrahi ihtisası yapıyorlardı.
Yanılmıyor isem 2000 li yılların başında bir arkadaşı ile satın aldıkları gemiyi teslim almak ve personel donatmak için İskenderun’a gitmiş, pratikten olan kaptanın sorun çıkarması üzerine gemiyi kendisi İstanbul’a getirmeye karar vermişti.
Antalya açıklarında fırtına nedeniyle gemiyi demirlemiş ama gemi sürüklenince tüm personeli sepetle tahliye edip en son kendisi çıkacak iken denizde kaybolmuştur.
En son yaşanan depremde yakınlarının cenazelerini bulamayan insanların yaşadıklarını ve duygularını, sevgili İlker ağabeyin kaybolması vesilesi ile iyi bilirim. Eş ve çocuklar, anne ve babalar için hangi biçimde olursa olsun cenazelerin bulunması ve teslim edilmesi büyük tesellidir. Aksi halde nefes alındığı sürece yaşanan yürek acısı asla soğumamaktadır. Halen yaşadığına ilişkin umut kırıntısı ise insanları kemirmektedir.
Denizlerde yitirdiğimiz insanlar aileleri, çocukları için ekmek parası kazanmak uğruna dünya denizlerinde bayrağımızı gezdirirken kaybettik.
Çok kıymetli ağabeyim 77 güverte mezunu Kaptan İlker Güçlü Aziz hatırası nezdinde tüm deniz şehitlerinin önünde saygı ile eğiliyorum.
Herkese saygı ve sevgilerimle,
Mehmet Galip Kendigelen
NOT: burada adı geçen 3 insan da rahmetli oldular.
87 mezunu zabitan ve 87'den 88'e kalan köle stajerler 😄 "M/V Bursa Ekim 1987 - Atlantik" diye not almışım. Sağdaki 3 yaşındaki bebe, gemi kaptanı Ahmet Üstün Gülbağçalar'ın (Gv.74) oğlu Uğur. Ve şu anda o da kaptan. Sn. Kıvanç ERGÖNÜL - Paylaşımından